"Hafta sonu işin var mı?"
Başımı yoldan ayırıp yanımda, arabayı kullanan adama çevirdim bakışlarımı. İçimde nereden peydahlandığını bilmediğim bir sıkıntı vardı. Sabahtan beri böyle huzursuz ve aksiydim, dergideki işimin erken bitmesine rağmen bugün dükkana bile geçmek istememişti canım ben de erkenden eve geçmiştim.
Saatler sonra beni arayarak buluşmak isteyen flörtüme de hayır demek istememe rağmen belki kafam dağılır düşüncesiyle kabul etmiştim ancak yine sakin geçen saatlerden sonra bile ısrarla aksiliği üzerimden atamamıştım. Sezgin de bu huysuzluğumun farkındaydı ama üzerime gelmiyordu.
Gelmemesi de iyiydi bir bakıma çünkü konuşmak istemiyordum sadece bu ruhsal bulanıklıktan kurtulmak istiyordum. Biliyordum, yine aile fertlerim arasından birine bir şeyler olmuştu ama onlarla alakamı keseli yıllar oluyordu. Bu sebeple arayıp soramıyordum da, sadece zaman zaman bu kan bağından doğan sıkıntıyı iliklerime kadar hissediyordum.
"Dükkanda duracağım akşama kadar," dedim sıkıntılı bir nefes vererek. "Ne oldu?" diye sormayı da ihmal etmedim.
Omuz silkerek direksiyondaki ellerinden birini çekip dizlerimin önündeki torpido gözüne uzandı. Açtığı bölmeden davetiyeye benzer bir kağıt çıkardı, bölmeyi kapatarak bana uzattı.
Elindeki kartı alıp kısaca göz gezdirirken gözlerimi devirmek istedim. Sezgin'in bu aşırıya kaçan romantik kaftanından bir türlü kurtulamaması bazen aşırı banel geliyordu. Onunla aramdaki ilişkiyi bitirirsem sebebi bu aşırı romantizm düşkünlüğü olacaktı.
Davetiyeyi kapatarak tekrar torpido gözüne koydum sonra bakışlarımı ona çevirip kafamı koltuğa yasladım.
"Şu saçma romantizmden hiç usanmıyorsun değil mi?" dedim sabit bir ses tonuyla.
Bu tür konuşmalarıma alışkın olduğu için alınmasının yerine dudaklarının kıvrılışını izledim. Bakışları anlık olarak yoldan ayrılıp benimkilerle kesiştiğinde gülümsemesi büyüdü.
Onunla herhangi bir tanıdığının düğününe gitmeyecektim elbette. Bu öncelikle aramızdaki belirsiz ilişkiden kaynaklanıyordu, ikincisi ise çevresindeki insanlara karşı beni kullandığını hissettiriyordu. Birkaç aydır beraberdik ve bu beni götürmek istediği üçüncü düğündü. Hepsini reddetmeme rağmen ısrarla hala davetiye getirmesi de ayrı sinirimi bozuyordu.
"Romantizmden anladığın seni düğüne davet etmem mi cidden?" diye alayla konuştuğunda gözlerimi devirdim bir kez daha.
Tanıdığın birinin düğününe flörtünle gitmek romantizmin kırocasıydı benim için ve romantizm de her türlü klişe samimiyetten doğuyordu. En azından ben öyle düşünüyordum.
"Sezgin'cim ben niye senin her akrabanın düğününe davet ediliyorum, sen önce bunu bir cevapla istersen?" dedim sahte bir gülümseme yüzümde yer edinirken.
Benim aksime gerçek ve gür bir şekilde kahkaha attığında eve varmıştık. Kontağı kapatıp bedenini bana çevirdiğinde bir kolunu direksiyondan, diğerini benim koltuğumun arkasından sallandırdı. Yüzündeki büyük gülümseme sevimli bir ifadeyle sabitlenirken bakışları yoğunlaştı.
"Hoşuma gidiyor seni sinirlendirmek, ne yapayım?" diye fısıldadığında abartılı bir şekilde gözlerimi devirdim yine. Bir gün bu yüzden kör olacaktım ya, hadi hayırlısı.
Üzerime eğilen bedenini ittirerek emniyet kemerimi çözdüm. Ardından arabadan inerken geçtiği dalgaya söylenmeye başladım. Arkamdan güldüğünü duyuyordum ama bu daha da sinirlendiriyordu beni. Ergen ilkokul bebeleri gibi flörtleşiyordu adam benimle alay eder gibi, nasıl sinirlenmeyecektim anasını satayım?