Soğuk hava ceketimin içine işleyip vücudumdaki bütün tüyleri diken diken ederken derin bir nefes çektim dudaklarımın arasındaki sigaramdan. Soğuk havayı sevmeme rağmen bu havada dışarı çıkmak yerine evde oturabileceğim halde Akkoç'un sabahtan beri attığı mesajlara kayıtsız kalmamıştım ve şu an çok sıkı da taraftarı olmadığım bir takımın maçına gidiyordum.
Bazen fazlasıyla ısrarcı bir adam olması yine de ona sempati duymama engel değildi. Zaten sırf bu yüzden onu kırmamak için gidiyordum maça yoksa taraftarı olmadığım bir takımın maçında işim olmazdı.
Adımlarımı hızlandırıp dükkanın iki sokak yukarısındaki taraftar derneğinin önünde bekleyen kalabalığa yöneldim. Baş ve orta parmağımla dudaklarımın arasına kıstırdığım sigaramı bulunduğu yerden ayırırken Akkoç beni görmüş ve sırıtarak bana dönmüştü.
"Abim! Hoş geldin," diyerek birkaç kişinin dikkatini daha bana yöneltmesine neden olduğunda gülümseyerek selamına karşılık verdim.
Yanlarına vardığımda ellerini birbirine vurup diğer çocuklara döndü. Hepsinin üniversiteli olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Zaten bu taraftar derneğinin gençlerin egemenliğinde olduğunu biliyordum. Kendimi çok da onlara ayak uydurabilecekmiş gibi hissetmesem de en azından tadını çıkarmaya çalışacaktım.
"Tamamız beyler, hadi otobüse," diye konuştu Akkoç eliyle herkesi otobüse yönlendirirken.
Solumdaki varlığını gözardı etmeye çalıştığım kedi hırsızının huzursuz kıpırdanmalarına aldırış etmeden otobüse binen gençleri izledim. Akkoç aralarından sıvışıp arka beşliye kimsenin oturmadığından emin olurken muavin edasıyla diğerlerine yer gösteriyordu oturmaları için.
Dün kafede karşılaştığımızdaki utanç yine yanaklarını esir almıştı. Dün de herhangi bir muhabbetimiz olmamıştı şimdi de onunla konuşacağım herhangi bir şey yoktu ama konuşmak isteyip de çekindiğini görmek bana haz veriyordu, garip bir şekilde. Sesli sesli yutkunurken yanımda, istemsizce güldüm. Madem bu kadar utanacaktı, neden küçücük hayvanı intikam planlarına dahil etmişti anlamıyordum. Fazla mı hırslıydı yoksa fazla mı fevriydi henüz çözememiştim.
Ancak bundan sonra onu çözebilecek kadar çok göreceğime dair garip bir his vardı içimde. Çünkü Mine'den öğrendiğim kadarıyla kafenin müdavimlerinden biriydi.
"Çıkar artık ağzındaki baklayı," diye mırıldandım bakışlarımı otobüse binen gençlerden ayırmadan. Kaçamak bakışlarından ve konuşmak için aralayıp vazgeçerek kapattığı dudaklarından rahatsız olmaya başlamıştım.
"Çok kızdın mı?" diye sordu, mağlup bir nefesi dudaklarından saldıktan sonra bakışlarını yüzümün sol profilinden ayırmadan.
Başımı çevirmeden göz ucuyla bakışlarına karşılık verdiğimde dudaklarını birbirine bastırıp meraklı bir ifadeyle cevabımı beklemeye başladı. Bakışları daha çok edimine yönelik bir utançla parlıyordu ama cevabım ne olursa olsun umursamayacakmış gibi duruyordu.
Bundan dolayı ben de ona herhangi bir tepki verme niyetinde değildim. Zaten benim de sorunum değildi, tek sıkıntı emanet bir varlığın zaptını tutamamış olmamdı. Onun da sebebi insanlara olan yersiz güvenimden öteye gidemezdi. Bu yüzden ben de onun umursamayacağı gerçeğini göz önünde bulundurup cevapladım sorusunu.
"Benim sorunum değil ama İrem döndüğünde kedinin sende olduğunu bilecek, onu söyleyeyim."
Rahatlamış gibi bir nefes verdikten sonra teşekkür eder gibi gülümsediğinde çoktan otobüse binmiş olan kalabalığın farkına vararak adımlarımı harekete geçirdim.