Gözlerimin kör olmasına çok az kalmıştı. Ciddi anlamda, dört beş gündür bilgisayar ekranına bakmaktan ve uykusuzluktan saat başı sulanıyor, sürekli görüşüm bulanıklaşıyordu. Derginin anlaşma yaptığı üç yabancı şirket için ayrı ayrı üç yabancı dilde eleştirilerden oluşan makaleler yazdığım yetmiyor gibi işteki asıl görevlerimi de yapmakla başa çıkmaya çalışıyordum.
Artık kafein bağımlısı olmuş olmamdan ve muhtemelen kanlanmış gözlerimle ekrana bakıp durmaktan, ek olarak düzensiz uyku uyumamdan dolayı ruhsal durumum da fiziksel bitkinliğimi etkilemeye başlamıştı. Ciddi anlamda bu kadar yorulmak bana fazla geliyordu. Ben ki, oturduğum yerde gelene geçene sallar, yatar keyfime bakarım kafasıyla eleştirmen olmuştum, ŞİMDİ BU YOĞUN İŞ TEMPOSU NEYDİ ANASINI SATAYIM?
Kucağımdaki bilgisayara dikkat ederek omuzlarımı ve uyuşan kollarımı açmak için ellerimi başımın yukarısında birleştirip gerinerek üst vücudumu sağa sola esnettim. Ikınır gibi bir ses çıktı ağzımdan, kontrolüm dışında. Ardından ağır bir esneme isteğiyle dolup taşarak avuç içlerimi gözlerime bastırıp ovaladım. Saat sabahın beş buçuğunu gösteriyordu ve çok şükür ki, en fazla yarım saatlik bir işim kalmıştı. Onu da bitirdiğimde ölüm uykusuna yatmayı düşünüyordum.
Oturduğum kanepede biraz daha dikleştiğim sırada gecenin bu saatinde kapının açılma sesi doldu kulaklarıma. Ardından fısıldamaları andıran birkaç ses ilişti ister istemez dikkatimi kapıya veren duyu organıma. Oturduğum yerden kalkmaya bile mecalim olmadığı için kafamı kanepenin sırtlığına yaslayıp arkayı görmeye çalıştım.
"Anaa, sen uyanık mıydın?" diyerek salona giriş yapan ve bu sırada odanın ışığını açan Karay'a, birden aydınlatması artan odanın gözlerime yaptığı etki yüzünden gözlerimi kısarak baktım.
Bu saatte burada olması fazlasıyla garipti ama bunu sorgulayacak kadar sağlıklı bir zihnim yoktu şu an. Koltuğun arkasına adımlayıp arkaya attığım başımın tam üzerinde durduğunda omzundaki sırt çantasını indirirken bakışlarım arkasından salona giren Akkoç ve Tunahan'a kaydı.
Daha onlara hoş geldiniz diyemeden Karay'ın ellerini yüzümün iki yanında hissettim. Çok geçmeden yana çevirdiğim başımı tekrar kendisine bakacağım şekilde eski konumuna getirirken kaşlarımı kaldırdım.
"Ne oldu lan sana böyle, gözlerine kan oturmuş?" diye sordu, çatılan kaşlarıyla yüzünü yüzüme eğerek. Dikkatli bakışlarına ve şefkatli dokunuşlarına karşılık huzurla kapanan gözlerimden şakaklarıma doğru birer damla sızdı.
"Abi bir sıkıntı mı var?" diye konuşan Akkoç da gülümsememe neden oldu.
Cıklayarak gözlerimi aralayıp önce Karay'a, ardından tedirginlikle suratıma bakan çifte çevirdim bakışlarımı.
"Köpek gibi çalıştırıyorlar oğlum, daha ne olsun?" dedim hayıflanarak. "Günlerdir uykusuz uykusuz bilgisayara bakmaktan kör oldum anasını satayım."
Akkoç hafifçe gülerken Tunahan, onun omzuna vurarak susturmaya çalıştı. Karay'ın başparmakları ters bir şekilde elmacık kemiklerime gezinirken, içime bir anda yayılan sıcaklıkla gözlerim huzurla kapandı tekrar. Bir haftadır memleketinde olduğu için direkt olarak görüşememiştik ve benim işten güçten aklıma özlem bile gelmemişti. Ama ne kadar özlediğimi, yanaklarımdaki avuçların ve çenemin hemen altında sarılı olan parmakların sıcaklığını hissederken fark ediyordum.
Kapalı olan gözlerime kibar ve küçük birer öpücük kondurduğunda sağ elimi geriye atarak ensesine sardım. Kendine has kokusu sigarayla harmanlanmış olmasına rağmen yine burnuma sinsice sızarken derin bir nefesle ciğerlerime hapsettim. Dudakları ters bir şekilde dudaklarımın üzerine baskı uyguladığında ise, bütün yorgunluğum ve hissizliğim bedenimden çekilip alınmıştı. Bende yarattığı bu duyguya usul usul alışmaya ve hastası olmaya başlamıştım.