Sırtımı kolona, kolumu da istekaya yaslamış önümdeki üç top bilardosunda dönen maçı takip ediyordum. Dükkana geleli çok olmamıştı ama maç benden önce başlamıştı bile. Arada bir saygın müşterilerin olduğu bir grupla böyle turnuvalar yapardık. Çok tanıdığım insanlar olmasalar bile kafenin müdavimleri olduklarından ve yaptıkları işlerden dolayı saygınlık kazanmışlardı benim ve çalışanlarımın gözünde.
Örneğin belediye başkanı vardı, bir komiser ve başkomiser vardı, Akkoç'ların delisi olduğu takımın yönetim kadrosundan üç kişi vardı, benim bilardo merakımı alevlendiren ve beni eğiten hocam vardı. Onlarla birlikte dört tane de benim gibi ancak yaşı benden fazla olan sadece bilardo sevgisinden dolayı turnuvaya katılanlar vardı ki böyle bir grup düşünülünce epey ciddi bir turnuvanın içindeydik.
Benim yapacağım maç kuraya göre başkomiserleydi ve onun benden çok da iyi olmadığını bildiğim halde tedirgindim. Turnuva bugün başladığı için bütün eşleşme maçlarının bugün bitmeyeceğini biliyordum ama sırf önümdeki rakipleri tanımak için izliyordum. Başkomiserle aram diğerlerine göre çok daha iyiydi ve bunun sebebi de yine Akkoç'tu. Bahsettiğim gibi maçlardan sonra girdiği kavgalar yüzünden içeri alındığında onu bu samimiyetimin olduğu adam sayesinde çıkarabiliyordum.
Arka fonda çalan Gönül Dağı, Neşet Ertaş'ın yüceliğini bas bas bağırırken bu türkünün açılma sebebine çevirdim bakışlarımı. Elindeki çay bardağını göbeğinin üzerine yaslamış, koltukta yayvan bir şekilde oturan belediye başkanı dikkatle oyunu takip ediyor bir yandan da türküye ekşittiği suratla eşlik ediyordu. İstemsizce gülümsememe neden olan bu görüntü fazla samimiyet içeriyordu.
"Abi, bi' bakar mısın?" diyen Mine'yle birlikte bakışlarımı o samimi surattan çekip sırtımı kolondan ayırdım. Mine'nin peşinden kasanın bulunduğu tarafa yürürken bakışlarımla kafeyi taradım.
Bugün de oldukça kalabalık olması hoşuma gitmişti zira ciro ne kadar yüksek olursa kâr da o kadar çok oluyordu.
"Akkoç seni soruyor," dedi elindeki telefonu bana uzatırken.
Başımı sallayarak elindeki telefonu alırken o da benim elimdeki istekaya uzandı. Telefonu kulağıma yaslayıp adımlarımı kafenin ön tarafına yönlendirirken konuştum.
"Buyurun Akkoç Bey, ne işiniz düştü yine?"
"Abi aşk olsun ya, ayıp ediyorsun bak," diye hayıflandığında gülerek cebimdeki sigara paketini çıkardım. Bir dalı dudaklarımın arasına yerleştirirken tekrar konuştuğunu duydum. "Hem ben seni aradım önce, açmadın. Sırf sesini duyayım diye Mine'yi aradım, sen bana kalkmış ne diyorsun valla alınıyorum artık."
Birden gülmeye başladığımda dudaklarımın arasındaki sigarayı düşürmek üzereydim. Zar zor zapt ettiğim sigarayı ateşledikten sonra dumanı dışarı salarken anca gülmeyi kesebilmiştim.
"Tamam kardeşim, affet bir daha olmaz," diye mırıldandım alayla. "Ee şimdi sadede gelecek olursak?" diye ekledim ardından kendimden emin bir ses tonuyla.
Karşılığında bir of sesi kulaklarıma dolarken sırıtmaya devam ettim.
"Foyamız çıktı ortaya aşkım, söyleyeyim mi?" diye konuştuğunda ses tonunu düşürmesi bu cümleyi bana kurmadığını kanıtlar nitelikteydi. "Abicim, şimdi beni çıkarmalarını düşünerek senden bir şey rica edeceğim. İşin yoktur inşallah?" diye tekrar konuştuğunda kaşlarımı kaldırmıştım.
"Ne oldu?" diye sordum meraklı bir ses tonuyla.
"Karay bugün birileriyle dalaşmış, nezarete almışlar. Abim gözünü seveyim bir gidip alsana onu. Biz memlekete döndük sabah sınavlar bitince, başka da kimseye güvenemedim."