Kendime anlam veremediğim şekilde saçma sapan bir ruh hali içerisindeydim. Bunun sebebi bir çocuktan cinsel birliktelik teklifi almakla ilgisi yoktu. Tamam, başta şaşırmıştım ve daha fazla konuşmasını istemediğim için engellemiştim ama düşününce ona çocuk derken kendimin velet triplerine girdiğimin yeni farkına varıyordum.
İstediği şey sadece basit bir seksti, daha fazlasının olmasına ihtimal dahi vermiyordum çünkü bir insan bu kadar kısa sürede daha fazlasını hissedemez diye düşünüyordum. Zaten aylarca Sezgin'le flörtten ileri gitmemiş olmamın sebebi de buydu. İnsanlar duygularını çabucak edinemezdi, en azından ben edinemeyeceklerini düşünüyordum.
Bunu yaşayan insanların hep karşısındakine duyduğu meraka başladığım bir gerçekti. Zaman duyguları için önemli bir kavramdı. Hissetmek o zaman diliminde sadece meraktan ileri gidemezdi ama ona vakit ayırdıkça, takıldıkça karşındakini tanır, güvenir ve severdin.
Bu sebeple yaptığımın çocukluk olduğunun farkındaydım zaten üzerine düşündüğüm için kafamda oturtmuştum bazı şeyleri. Karay'ın fevri biri olduğu aşikardı. Anlık yaşadığı da su götürmez bir gerçekti ve dile getirdiklerini buna bağlıyordum. Benimle birlikte olmak istemesini de anlayabiliyordum ancak saçma gelen şeyler vardı ve bunlardan birisi o gece söz verircesine kurduğu cümleyi üzerinden iki aydan fazla süre geçtikten sonra ne kadar ciddi olduğunu ispatlama çabası hayret vericiydi.
Onunla birlikte olabilirdim bununla herhangi bir problemim yoktu ama ne ona karşı bir şey hissediyordum ne de onun tek gecelik bir ilişkiden sonra sürekli yüz yüze geleceği biriyle hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam edeceğini. Beni tedirgin eden ve geren de buydu.
Gerginliğim bir yana bir de nereden peydahlandığını bilmediğim bir heyecan vardı içimde ama bunun tamamen yeni biriyle ilişki ihtimalinden doğan bir heyecan olduğunu da az çok tahmin edebiliyordum. Kendimi biliyor, tanıyordum ve Karay'ın şansım olsun istedim cümlesini bu yüzden enine boyuna hesaplayıp duruyordum.
Cuma gecesi yaptığı itiraftan sonra kafamı fazlasıyla yormuştu ve ben en son bu denli; kafenin sinek avladığı zamanlar borçlardan nasıl kurtulacağım konusunda kafamı yormuştum. Yani üzerinden epeyce zaman geçmişti. Cumartesi günü kediyi kafeye bırakacağını bildiğimden dün kafeye de gitmemiş, yerime Önder'i göndermiştim.
Ondan kaçtığım falan yoktu. İşin aslı ciddi olup olmadığını görmek istememiştim. Ancak şimdi deplasmana gitmek için yola çıkacağımız bu zaman zarfında neler olacağını tahmin edemiyordum. Gerginliğim bu yüzdendi. Otobüste nereden baksak gidiş dönüş toplam on saat kadar vaktimiz beraber geçecekti ve bu da beni geriyordu.
Akkoç'a verdiğim değer olmasa o deplasmana da gitmezdim. Zira pazar günümü televizyonun karşısında pinekleyerek geçirmek, uzun yola gidip boğaz patlatmaktan daha cazip görünüyordu. Fakat Akkoç benim için kardeşten farksızdı ve sırf bu yüzden de onu kırmak istemiyordum. Onunla çok fazla samimi olmasak dahi her zaman bana dediğini yaptırabilecek kadar değerliydi benim için. Yeri gelmişti bu taraftar kavgaları yüzünden nezarete çekilmiş, ben kurtarmıştım. Yeri gelmişti maddi manevi yanında olmuştum ve yine olsa yine yapardım. Kendi ailemden görmediğim değeri elin çocuğundan görmem bunu yapmam için yeterliydi çünkü.
Derneğin önüne vardığımda yine çocukların otobüse bindikleri ana denk gelmiştim. Karay aralarında görünmüyordu, bu da beni rahatlamıştı ama uzun sürmeyeceğini biliyordum çünkü otobüste olacağına adımın Cesur olduğu kadar emindim.
Herhangi bir tepkisine karşılık ne tür bir karşılık vereceğimi hesaplamamıştım ama bunca taraftarın arasında bana bir şeyler ima edeceğini, en azından buna neticesinin yemeyeceğini düşünüyordum. Tabi onun karakterini göz önüne alırsak her şey beklenebilirdi de.