10. Bölüm 🌹

1.1K 69 8
                                    

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!

Yazar'dan...

"Sana ait olan sen bulur." diye geçiyordu Şeker Portakalı'nda. Sahiden de hayatın ufak bir detayıydı bu. Düşünsenize Diyarbakır neredeydi, Hindistan neredeydi? Bir şanstı Mirza'nın oraya gitmesi ve bir şanstı Rozalin'i dans ederken görmesi. Evet, belki birkaç dakika sonra yine tanışmış olacaktı ama asla o ilk bakışın büyüsünün yerini tutamayacaktı. Onu dans ederken görmek, bir peri masalının içine düşüp dans eden kelebekleri izlemek gibiydi. Öyle nahif ve öyle büyüleyiciydi ki Mirza ömrünün sonuna kadar onu izlemekten zerre miskal gocunmazdı.

Mithat Bey'den de etrafta olanlardan da elbette bir şey sezinlemişti ama olayın özüne bir türlü ulaşamıyordu. Annesinin tehdidini, düşmanlığını, bir anda o ölümle neden bu kadar değiştiğini anlayamıyordu. Aptal bir adam değildi elbette ki, fikirleri vardı ama tam bir uca bağlanmıyordu ne yazık ki. O da bunun peşine düşmemeyi tercih etmişti; çünkü anlatması gereken Rozalin'di ve o anlatmadan burnunu sokmak istemiyordu.

Cansu'yu onlar evine bıraktıktan sonra kendi konaklarına doğru yola çıkmışlardı. Mirza hiç uzatmadan olayları anlatmak ve hiç bekletmeden de tekrardan Hindistan'a gidip ömürlük eşine kavuşmak istiyordu. Aşk bir kerelikti, yoğundu, delicesineydi ve o hiç tahmin bile edemediği yerde hayatının aşkını bulmuştu. Bazı şeyler için zamanın uzun uzun geçmesine ya da olayların dibini sıyırmaya lüzum yoktu. Görmüştü, gördüğünde dünyası allak bullak olmuştu ve ömrünce tatmadığı bir büyünün içinde kendini kaybetmiş gibi hissetmişti. Ona gözünün değmesi, elini tutması, yanında varlığını hissetmesi de ömrünün süsü olmuştu. Böylesine yoğun duyguları insan ömrünce bir kere yaşardı ve kalbinin varlığını hissettiren kadından yana da aynı hisler varken bir an olsun beklemek gelmiyordu içinden.

"Ben o kadar peşinden koştum zar zor telefon numarasını alabildim Cansu'nun, sense kızla evleneceksin. Söylesene bu şans nereden geliyor?" Samet'in keyifli sesiyle istemsizce gülerek ona döndü. "Oo düşüncesi bile seni güldürmeye başlamış. Sen yanmışsın be Mirza!" Samet ve Mirza ailedeki en iyi anlaşan ikiliydi. Hepsinin birbiriyle arası iyiydi ve çokça da sohbetleri vardı ama ikisi ekstra olarak da yakın arkadaş gibiydi. Sırdaş, dostlardı. Diğerleriyle aralarında bir kardeş ilişkisi olsa da onlar birbirinin hem kuzeni hem kardeşi hem de dostuydu.

"Yani bilirsin ben pek böyle konuları konuşmayı sevmem ama ne bileyim lan içim gidiyor ona karşı. Şurada ayrılalı kaç saat olmuş benim burnumda tütüyor sanki, çok garip bir hismiş. Daha önce birini sevdim zannediyordum ama bu hissin yanında tırnak ucu etmezmiş. Hemen buradaki işleri halletmek, onu da alıp gelmek istiyorum. Gözümün önünde olsun, eşim olsun, yanımda olsun istiyorum." Samet, Mirza'yı ilk kez böyle görüyordu. Sahiden de ne hissederse hissetsin içinde yaşardı. Olanı söyler, köküne inmezdi. Demek ki öyle bir dolup taşmıştı ki bu sevdayla, diline vuruyordu. Samet içten bir tebessümle kuzenine bakıyordu. O ketum, dilini yutmuş gibi sessiz kalan ve sert adamın böyle konuşması onu mutlu ediyordu.

"Sevda böyle bir şey Mirza, diline de hâkim olamazsın kalbine de. Bu hissin yanında diğerleri sönüp gider. Görüyorsun ya on gündür ben de kendimi şaklaban ettim gözleri üzerimden ayrılmasın diye. Bu kuzenler bizi yaktı da geçti." İkisi de Samet'in bu dediğine güldü. Sahiden de öyle olmuştu. Aynı gün o göz göze gelişler, ellerin değmesi ve bir kelamla ikisi de yanmıştı. Mirza sevdasına ulaşmış olsa da Samet'in işi zordu, daha uğraşacaktı Cansu için.

Araba Zaim Konağının önünde durunca ikisi de inip büyük, görkemli konağa doğru yürüdü. Köklü bir aile olmanın bir diğer yanı da her şeyin ihtişamlı olmasıydı. Sen istediğin kadar sadelikten yana olsan da toplum seni gösterişin içine çekiyordu. Fakat bu ağalıkmış, şehrin en bilinen ailesi olmakmış falan hiçbirinin umurunda bile değildi.

Seher VaktiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin