Uçaktan çaktan inince etrafımı saran insanların arasından geçerek annemleri takip ettim, sonunda güvenlik kapılarından çıkıp ana terminale ulaştık.
Terminaldeki insanların sayısı beni afallatıyor. Kadınların bazılarının üstünde geleneksel şalvar kamizler var. Bazılarıysa eşarp takıp her adımda yerleri süpüren siyah burkalar giymişler. Çizgi çizgi sarı saçları olan, kot pantolon tişört giymiş iki kadın görüyorum. Kadınlar, yanlarından bej, beyaz, gri şalvar kamizler giymiş bir adam seli geçerken ellerini kollarını hareket ettirerek telefonla konuşuyorlar. Bazı adamların büyük, kalın bıyıkları varken bazıları tertemiz tıraş olup siyah takım elbiselerle bembeyaz yakaları olan gömlekler giymiş. Ellerinde de deri iş çantaları var.
Birden uzaktan yüksek bir bağırış duyuyorum. Kafasını kaldıran annemin yüzünde bir gülümseme beliriyor.
"Buradalar! İnanabiliyor musun?" Babamın kolunu çekiştiriyor. "Neredeyse herkes gelmiş."
Annemin bakışlarını takip ettiğimde onları görüyo rum: Uzakta, yirmi ya da daha fazla kişilik bir grup du. ruyor. Babam onlara doğru koşuyor.
"Bu gerçek mi?" diye soruyor kalın bir ses Urduca, "Gerçekten de hepiniz karşımda mı duruyorsunuz anda?" Kafamı kaldırdığımda babamın erkek kardeşi Chacha Shadid'in bize gülümseyerek baktığını görü. yorum. Aynı fotoğraflarındaki gibi görünüyor: Geniş omuzları ve göbeği, kırlaşmış siyah bıyığıyla büyük bir adam. Babamı kendisine çekip sıkıca kucaklıyor. Onları kısa bir an için izleyebiliyorum çünkü ben de hemen kendimi birilerinin kolları arasında buluyorum.
Chachi, kocası olan amcamın yanında cüce gibi görünüyor. Yüzü soluk, yanakları içeri çökmüş. Üstüne mavi bir kıyafet giyip buna uygun bir burun halkası takmış. Imran'dan iki ay önce doğan oğulları Sohail, tıpkı kardeşiminkiler gibi kulak hizasında kıvrılan saçlarıyla Imran'ın yanında duruyor. Etrafımızda en az beş çocuk var. Kızlardan ikisi bir örnek pembe elbiseler giymiş. Daha küçük olanlar şaşkınlıkla açık kalan ağızlarıyla bize bakıyorlar. Babamın kız kardeşi, Phupo Hamida'nın üstünde şeftali rengi bir kıyafet var. Gümüş saçlarını eşarbının altına sıkıştırmış, kollarını göğsünde kavuşturup dudaklarını birbirine bastırmış. Annemin kız kardeşi Khala Simki uzanıp parlak pembe dudaklarıyla
beni öpüyor. Badem şeklindeki gözleriyle kavisli kaşları anneminkilerle aynı. Kırmızımsı kahve kınayla renklendirilmiş kısa saçları dışında annemin daha genç versiyonu gibi.
"Vay canina. InanamıyorumGerçekten buradasınız," diyor bir kız Urduca. Bu, bana bakarak utangaç bir şekilde gülümseyen kuzenim Selma. Onu akrabalarımızın her yıl gönderdiği fotoğraflar sayesinde hemen tanıyorum.
"Ben de!" diye karşılık veriyorum ona. Ailemle evde Urduca konuştuğumuz için minnettar hissediyorum çünkü şimdi tanıdık gelen dile zahmetsizce geçiş yapa- biliyorum. "Çok uzun zamandan beri gelmek istiyorduk, şimdi buradayız işte."
Selma kafasını hafifçe yana eğiyor. "İnsanlar bizim benzediğimizi söylüyorlardı ama sanki aynaya bakıyor gibiyim."
Ona bakıyorum. Ben ailedeki en büyük kuzenim. Benden bir yaş küçük olan Selma ise ikinci en büyük kuzen. Kalın kirpiklerle çerçevelenmiş büyük gözleri, boyu, ince bedeni...
"Kardeş olabilirmişiz," diyorum ona.
Kolunu benimkine geçirip sırıtıyor. "Eh, zaten kardeşiz."
"Bizim arabayla gelmelisiniz," diyor annemin kar-
deşi olan uzun boylu adam, yani Mamu Latif. "Saçmalık. Bizimle gelecekler," diyor bir başkası.
Otoparkta tartışma başlıyor. Sürücülerin hepsi kendi arabalarına binmemiz için ısrar ediyor.
"Yeter." Chacha kalın elini kaldırıyor. "Bizimle ka lacaklar. Onları eve ben götüreceğim." Herkes sessizleşiyor.
Chacha'nın mavi arabasına sıkışıyoruz, dakikalar içinde yoğun Lahor şehrine karışıyoruz. Yaz sıcağı aşırı bunaltıcı. Yedi beden birbirine sürtünerek arabada rahatsızca otururken yüzümden terler akıyor. Klima hepimizi serinletmek için boşu boşuna uğraşıyor.
Caddeler arabalarla dolu. Bazıları o kadar eski ki her ilerlediklerinde simsiyah dumanlar çıkarıyorlar. Dal gibi adamların rengarenk çekçekler ve üstünde siyah harfler olan sarı taksiler sürdüğünü görüyorum. Arabalar, sanki trafik kuralları yokmuş gibi hareket ediyor. Yol kenarında ahşap arabalarını iterken sattıkları şeyleri bağırarak ilan eden, üstleri başları külle kaplı satıcılara bakıyorum. Bazıları sebze meyveleri için müşterilere sesleniyor. Bazılarıysa tozlu yolda yavaş yavaş ilerlerken, kahverengi ve sarı saçlı bebekleriyle parlak sarı ve pembe plastik toplarını satmak için çığırıyor.
Araba ilerledikçe, sattıkları eşyaları devasa İngilizce ve Urduca harflerle camekânlarına olan, üst üste dükkânlar azalmaya başlıyor. Hâlâ tümsekli, tozlu olan yolun kalabalığı da azalıyor. Telaş içindeki şehir manzarası yerini kırsal kesim manzarasına bırakırken
etrafta susığırları, keçiler, duvarların üstüne tünemiş ya da yerleri eşelemekte olan tavuklar beliriyor.
"Gelmek üzereyiz," diyor Chacha. Selma'ya bakıp gülümsüyorum. Hayatımda ilk defa gördüğüm ailemi tanımak, dünyanın hiç görmediğim bir kısmını keşfederken Pakistan'da bir ay geçirmek birden o kadar da ürkütücü gelmemeye başlıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızlarda Yazılı
ChickLitAmerika'da yaşayan Pakistanlı olan Naila'nın kendi kararlarını almasının önünde bir engel yoktur. Ancak en önemlisi hariç: hayatını kiminle geçireceği. Gelenekler sınır, hudut saymamış, on yedi yaşındaki Naila'nın geleceğine dönmüştür. Ancak Naila...