"Yüzün dünyana açılan bir pencere," diye takılmıştı bir keresinde Saif, lisenin bahçesinde karşımda otururken. Uzun boylu enerji içeceğini bana doğru itip denemem için ısrar etmiş, bir yudum alırken gülümsemek için kendimi zorlamama kahkahalarla gülmüştü.
"Güzelmiş!" demiştim yüzümü buruşturarak. Sonra su şişemi kapıp büyük bir yudum almıştım.
"Benimle sakın poker oynama." Sırıtmıştı. "Hayatın söz konusu olsa bile yalan söyleyemezsin sen." Ama yanılıyordu.
Güneş uzun zaman önce battı; akşam yemeği saatler önceydi. Şimdiyse Amin'in evindeki oturma odasında, yumuşak deri koltukta oturuyorum. Yanımda oturan Feiza gözlerini neredeyse hiç kırpmadan televizyon izliyor. Nasim karşımızdaki koltuğa oturmuş, Amin'in pantolonlarını dikiyor. Yüzeyde her şey son üç aydır olduğu gibi.
Gözlerimi televizyona dikiyorum ama soluklarımı düzenli, yüzümü mümkün olduğunca ifadesiz tutmam gerektiğinden başka hiçbir şey düşünmüyorum. Şu anda ne hissettiğimi kimse bilmemeli. Bugün ne olduğunu kimse öğrenmemeli.
Bu sabah da her zamanki gibi başladı. Kıkırdayarak kıvranan Zaina'yı mutfak tezgâhından kucağıma aldım. "Zaina!" Sandaletlerini kaldırdım. "Hareket etmeye devam edersen ayakkabılarını giydiremem!"
Feiza mutfağa girip kızını görünce kafasını iki yana salladı, sonra omzuna gri çarşafını sardı. "Uslu bir kız ol, Zaina. Yoksa seni pazara götürmem! Bu sefer ciddiyim!"
Feiza'yla pazara gitmeyi seviyorum. Ben Zaina'ya bakarken o da ihtiyacımız olan şeyleri alıyor. Orada geçirdiğimiz zamanda özel bir şey yok ama pazara gitmek evin dört duvarından kaçmak, her yanımı saran sıkıntıdan biraz olsun kurtulmak için bir şans oluyor. Artık evin demirbaşlarından biri olduğum için hizmetliler yaptığım ev işlerine yavaş yavaş müdahale etmeye, işleri onlara bırakmamı nazikçe istemeye başladılar. Aslında temizlik yapıp toz almayı istediğimi bilmiyorlar. Duvarları bembeyaz yapana dek ovalamak istiyorum. İşleri bırakıp tamamen boş kalsam ne yaparım? Emin değilim ama yavaş yavaş delirmeye başlamaktan korkuyorum.
Şimdi, koltukta otururken pazarda olanları hatırlayıp, "Tüm çabalarıma rağmen sonunda delirdim mi?" diye düşünüyorum.
Bugün de neredeyse her gün yaptığımız gibi yolun aşağı kısmındaki pazara gittik. Bunlar gibi üstü açık, her yerde çiğ, kırmızı etlerin asılı olduğu, dükkânların önlerinde havuçlar, turplar ve şalgamların dizildiği pazarları gördüğümde çok şaşırmıştım. O zamanlar hayret içinde kalmıştım ama şimdi, birkaç ay sonra, buradan başka bir yerde alışveriş yaptığıma inanamıyorum bile. Sürgülü kapılarıyla floresan lambaları olan serin dükkânlar, dükkânlarının önüne beyaz metal rafları dizerken telefonda konuşan, beyaz önlük takmış depocu çocuklar artık uzun bir süre önce duyduğum birer fabl, birer peri hikâyesi gibi geliyor. Bu pazar, bu tozlu zemin, düzenli bir vinlama haline duyulan kadın sesleri, havada uçuşan sinekler... tüm bunlar gerçeklik.
Bu şekilde hissedebileceğimi hiç düşünmemiştim ama Selma haklıydı. İşin peşini bırakmak, yaşadıklarımın adaletsizliği karşısında hissettiğim öfkenin azalmasını sağladı. Mutlu olduğumu söyleyemem ama bunun hayatım olduğunu kabul ettim. Geçmişi ne kadar uzağa itersem gerçekliği daha çok kabul edebildim.
Bu sabah da Bibi Fatima pazarın yanındaki evinin köşesinde mercimek ayıklarken bize kafasıyla selam verip, her zaman yaptığı gibi, dişsiz ağzıyla Zaina'ya gülümsedi. Pazar her zamankinden daha kalabalıktı.
Pazardaki kadınların çoğunu çarşaflarından tanıdım. Kırmızı, pastel ya da siyah renklerdeki çarşafların hepsi desenleriyle birbirinden farklı. Bazı kadınlar kumaşları kafalarına takarken bazıları omuzlarına Bir kancada asılı keçi etini dikkatlice inceleyen kalın bıyıklı, ince, uzun bir adamı izledim. sarmış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yıldızlarda Yazılı
Chick-LitAmerika'da yaşayan Pakistanlı olan Naila'nın kendi kararlarını almasının önünde bir engel yoktur. Ancak en önemlisi hariç: hayatını kiminle geçireceği. Gelenekler sınır, hudut saymamış, on yedi yaşındaki Naila'nın geleceğine dönmüştür. Ancak Naila...