Revirden çıktıktan sonra hayatımdaki her şey kaldığı yerden devam etmeye başlıyor. Taşlaşma olaylarının gittikçe artması dışında beni tedirgin eden hiçbir olay yok.
Quidditch takımından beklediğimiz haber daha gelmese de uçuş derslerim devam ediyor. Bugün öğretmenim Draco.
" Biliyor musun, böyle devam edersen sanırım hepimizi geçeceksin." diyor süpürgesinden atlarken.
Ona kocaman gülümsüyorum. " Ah elbette hepinizden iyiyim sonuçta."
" Potter'ın takıma alınması birkaç saat sürmüştü fakat bir Slytherin aynı hakları isteyince bir hafta bekletiliyor. Dumbledore'un adalet sistemi Salazar Slytherin'den bile kötü. Bir okulun içine Sırlar odasını yapan ve içine bir canavar koyan adamdan bahsediyorum."
Kaşlarımı çatıyorum. " Evet Salazar... tuhaf bir adammış. Acaba muggle doğumlulardan neden bu kadar nefret ediyordu? Yani bir canavarı okula saklayacak kadar."
Draco bana belli etmemeye çalışarak hızlıca etrafına bakıyor. Bu hareketine alıştığım için görmezden geliyorum. Muhtemelen Slytherin'in kalıplaşmış kurallarından aykırı bir fikrini dile getirecek.
" Saf kan olan büyücülerin daha güçlü olacağını düşünmüş. Mugglelar ile yapılan evlilikler ve çocukları sadece saf büyücü kanını kirletmek olarak görmüş. "
Gözlerimi onunkine kitliyorum. " Ya sen? Sen ne düşünüyorsun?"
Ben ve Draco yalnızken Draco tanıdığım en iyi insanlardan biri oluyordu. Fakat birileri varken bazen onu tanıyamıyordum bile. Düşünceleri ve konuşması tamamen değişiyordu. Bazen onun yerine Lucius Malfoy'un ruhu onu ele geçirmiş gibi geliyordu. Draco... benim Draco'm olmuyordu.
" Babam..."
Sözünü sertçe kesiyorum. " Baban değil Draco, sen. Sen ne düşünüyorsun?"
Yine etrafa bakıyor. " Bence bu zalimlik." diyor. Hafifçe gülümsüyorum, işte benim bildiğim Draco bu.
" Yani tamam kanımız kirleniyor fakat onları bu yüzden öldürmek çok fazla."
Gözlerimi deviriyorum. Tamam her zaman harika biri olamaz sonuçta. " Pisliğin tekisin Draco." diyorum.
Haksızlık yapmışım gibi ellerini kaldırıyor. " Fikrini söyle demiştin."
Yüzünde o azarlanmayı bekleyen ifadeyi görüyorum. Tıpkı Lucius Malfoy gibi benim fikrime aykırı bir şey söylediği zaman ona bağırmamı bile bekliyor olabilir. İçimi çekiyorum; Draco'nun kendi fikirleri olan bir canlı olduğunu öğrenmesi lazımdı, kimseye hiçbir şey borçlu değildi.
" Hadi gidelim az daha süpürgenin üzerinde oturursam fıtık olabilirim." diyorum.
Konunun dağılmasına rahatlıyor. Sabah dersleri - hatta kahvaltı bile yapılmadan önce - antrenmanları yaptığımız için etraf daha sakin.
Süpürgeleri dolaplarımıza yerleştirdikten sonra müstakbel takım kaptanım Adrian Pucey yüzünde kocaman bir gülümseme ile bize yaklaşıyor.
" Favori saf kanlarım nasılmış?"
İkimizde yüzüne boş boş bakınca sanki onun esprisini anlamayan bizmişiz gibi elini sallıyor. " Sadece takım arkadaşımın moralini yüksek tutmaya çalıyorum."
Hafifçe gülümsüyorum. " Ah evet Pucey bundan daha iyi bir yol olamazdı... " Ne dediğini fark edip duraksıyorum. " Bekle. Ne? Takım arkadaşların mı?"
Adrian sırıtarak elini uzatıyor. " Takıma hoşgeldin Star Black."
İki elimle ağzımı kapatıyorum. " Aman tanrım! Seçildim! "

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star of Draco
FanfictionRegulus'un kızı Star ve ailesinin dostu Malfoyların oğlu Draco. Birbirlerinden başka arkadaşları yok. Acımasız şekilde büyürken sahip oldukları en gerçek şey birbirleri. Başlarına en fazla ne gelebilir ki :)