yanındayken geçirdiğim bir dakika yaşadığım onca yıla bedeldi benim için.
-
İçim daralıyordu ve kahretsin ki bunu geçirebilecek tek kişi oymuş gibi hissediyordum.
Onsuz sürükleniyor gibi hissediyordum, hayatıma ona göre yön vermiştim ve şimdi tek başıma nereye gideceğimi bilmiyordum.
Hedefim ve arzum yoktu.
Eve zaten giremiyordum bile, annemlerin lafından sözünden. Önceden delirip sinirlenirdim ama şimdi siktir etmiştim onları.
Jake haklıydı, cidden eziktim.
Sabah uyanıp okula gidiyordum çıkışta da işe gidip bir yerlerde uyuyakalıyordum sabah tekrar aynı şeyleri yapıyordum.
Yaşamamın anlamı neydi ki?
Sikik dünyaya acı çekmek için mi gelmiştim diye düşünüyordum sürekli.
Beden dersinde okulun tribünlerinden sahadakilere bakıyordum yüzüme soğuk bir şey temas edene kadar. Refleksle arkama döndüğümde gülen Jake'i gördüm, istemsizce dudaklarımda ince bir gülümseme belirdi.
Elindeki kahveyi bana uzatıp yanıma oturdu, "Hayırdır? Kanser teşhisi felan mı koydular, ne bu suratının hali?" Samimi ifadesiyle konuşması gözüme çok tatlı gelmişti, "Kanser teşhisi koysalar üzülmem, sevinirim." Dediğimi duyar duymaz hemen karnıma bir tane geçirdi, "Gerizekalı, yaşa." Kaşlarını hafif çatarak söylendi.
İkimiz de kahveleri açıp içerken mırıldandım, "Yaşamamın amacı ne ki?" Duyduğunu biliyordum ama cevaplayacağını düşünmemiştim, kahve tenekesine gözümü dikmiş onun bakışlarından kaçınırken ciddi ses bir tonuyla konuştu. "Bu amaç kimseye baştan verilmiyor. Onu bulmak için yaşayacaksın."
Kafamın içinde bir çan çalmış gibi hissettim. Sesin anlamını bilmiyordum belki iyi belki kötüydü ama bir şeyleri yerine oturtmuştu.
Gözlerimi yüzüne çıkardığımda güneşten mi bilmiyordum ama göz bebekleri öyle parlıyordu ki nerdeyse gökyüzünden inip gözlerine girmiş gibiler.
Kahverengi saçları rüzgar yüzünden alnına dağılıyordu ve gözlerine giriyordu ama gözlerini bir saniye bile gözlerimden çekmedi. Saçları ve gözleri kahverengiydi ama Jake sapsarıydı, güneş gibi. Benim yanılsamam da olabilirdi.
Jake sağ elindeki kahveyi arkasındaki basamağa koydu, elini yavaşça bana yaklaştırdı ve göğsümün sol kısmına koydu. "Amacın kalbinde Jay. Sadece onu görmelisin, bunun için kendinle konuşman lazım." Birkaç saniye gözlerimiz savaşa girmiş gibiydi, niye olduğunu bilmiyordum ama ilk defa hissettiğim bir duyguydu.
Bu elektrik neyin nesiydi?
Jake elini çektiğinde göğsümün üzerindeki sıcaklığın gitmesiyle içimi garip bir his kapladı. "Ben gidiyorum." Sadece yanımda oturmuştu ve bir süre sohbet etmiştik ama gitmesi yalnız hissettiriyordu.
Üzülmüştüm, tek kaldığım için
Üzülmüştüm, yanımda birinin olmasını istediğim için.
Hayır, üzülmüştüm çünkü Jake'in yanımda kalmasını istemiştim.
Konuşmak ya susmak fark etmezdi, boş bir odada kalsam bile olurdu. Şu an ondan başka yalnızlığımı tek geçirebilecek kişi Jake gibi hissettiriyordu.
Aramızdaki basamağa omzumu yaslamıştım, elimde çevirdiğim bitmiş kahve tenekesine gözümü diktim ona cevap vermek istemiyordum, yalnız kalacağım için kızgındım. Bilmese de beni yalnız bırakacağı için. "Bugün akşam altıda vardiyam bitiyor, altı buçukta kütüphaneye gideceğim." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı.
Her şeyden sonra yine de benimle başa çıkabiliyordu, bunu sadece o yapabilirmiş gibi hissediyordum.
Anlamıştı, içimden geçirdiklerimi.
Onun gidişini ve diğerleriyle konuşmasını izlerken nasıl bir ifadem olduğunu bilmiyordum ama Jake'te normalden mutlu görünüyordu.
Yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme vardı.
Herkesten uzakta tek başıma oturmama rağmen kalbimin ısındığını hissettim çünkü yanımdayken hissettiğim sıcaklığını benimle birlikte bırakmıştı.
-
Hava kararıyordu, Jake önde Jay ise arkasında gölgesi gibi yürüyordu. Sahibini kaybetmiş bir kedi gibi hissetmesine rağmen içinde anlayamadığı yeni hislerin peşine gitmeye karar vermişti ve bu sefer pişman olmamayı umuyordu.
Jake önde kedisi arkada kütüphaneye girerken kedi çocuk etrafına şokla baktı ilk defa bu kadar büyük bir kütüphane görüyordu Jake ise kendi evine giriyormuş gibi içeri girdi ve her zaman oturduğu yerine doğru ilerledi.
Oturup kitaplarını çıkardığında Jay de karşısına oturmuştu ikinci katta oldukları için oluşan güzel manzaraya bakıyordu birkaç dakika sonra üzerinde Jake'in bakışlarını hissetti.
Ona döndüğünde kendisine uzatılan kitaplara baktı, hazırlık kitaplarıydı.
Jake'in ne yapmaya çalıştığını anlamıştı, gülümsedi. "Tembel insan sevmem."
Jake tembel insan sevmiyorsa çalışacaktı.
17 yıldır cevabını aradığı sorunun cevabını, yaşamının amacını ona verecek olan kişi oydu.
Bu bundan sonraki günlerde de ilk günkü gibi olmuştu, Jake serseri çocuğun bu kadar özverili olacağını tahmin etmemişti ama her gün aynı saatlerle oraya onunla girip onunla çıkıyordu.
Aralarındaki hissedilen o enerjileri her gün farklı bir renge bürünüyordu. Birlikte geçirdikleri zaman arttıkça hislerinin kökleri derinlere giriyordu, ilerde zehir olabilecek his tüm dolaşım sistemlerine karışmıştı.
Jay aylar geçtikçe içindeki eski hastalıklı hislerden kurtulup iyileştiriliyordu Jake tarafından.
-
kim ki sevdiğini tanrılaştırırsa pişman olacak.
çünkü
tanrı en sevdiği evladını bile terk etti.çünkü
tanrı kendi yarattığına ilgi duymaz.kişi hastalığına çare aramalı yoksa sadece sevdiği tarafından değil tanrısı tarafından da terk edilir.
Ve insan en çok inancı yok olursa yıkılır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beautiful eyes, jayke
Fanfictionrenkler sadece yanındayken gördüğüm özel şeylerdi, senden gidince renkler de gitti.