eğer sen ölürsen ben de ölürüm,
eğer ben ölürsem benim için yaşa.
-alıntı-
felix & jake
felix
çocukben 12 saatlik yolu senin için geldim
sen beş dakikalık mesafedeki kafeye gelemedinatkı arıyorum dedin
atkıyı bulamayınca dikmeye mi karar verdin amkjake
şş
geldim
uzatma çıkıyorum
uyuyakalmışımfelix
sürekli uyuyor musun
ben aramadan önce de uyuyordunjake
evet
başka sorun yoksa
kar fırtınasının arasından beş dakikalık yoldan geleceğim yanınainş yanında chris'i de getirmişsindir da siz aranızda takılırken ben uyuklarım kenarda
felix
SENI GORMEK ICIN GELDIM DIYORUM
SEN UYUYACAGIM DIYORSUN
BAK CEKER VURURUM SENItabiki sevgilimi getirdim
Avustralyalılar buluşması yapalım diyejake
tamam tamam
hadi geliyorum benfelix
oki baby-
Tamam fırtına yoktu, biraz abartıyordum ama hava gerçekten çok soğuktu ve kar yağıyordu.
Roma'da hava soğuyunca nem oranı düşük olduğundan geberiyordunuz soğuktan, aynı şu an benim olduğum gibi.
Titreyen ellerimle evimin kapısını hızlıca kitledim ve ellerimi hemen sıcak ceplerimle buluşturdum. Yüzümün yarısını atkımla kapatarak yüzümü korumayı planladığım için geçenlerde ışıklı eski bir dükkandan postaneye giderken aldığım atkımı boynuma sıkıca sarmıştım. Uzun paltom da beklediğimden iyi iş çıkarıyordu, açıkçası böyle havalarda asla dışarı çıkmazdım bu yüzden çok fazla bu havaya uygun kıyafetim yoktu.
Eski sokakların ve binaların arasından geçerken etrafıma çok bakmıyordum, bu havada başka biri de bana bakmazdı emindim.
Eğer aklı varsa sadece koşarak evine giderdi.
Değil mi?
Henüz yeterince net göremesem de ilerdeki aşağıya ineceğim merdivenlerin önünde bekleyen adam bir katildi ve bana bakmıyordu. Değil mi?
Katil olsa bile geri dönecek enerjiyi kendimde bulamadığım için adımlarımı hızlandırdım ve yerlerdeki yeni oluşan kar kütlelerinde ayak izlerimi bırakarak merdivene doğru ilerledim.
Katilin peşimden gelip gelmediğine olan merakım yüzünden ilerlerken gözüm kaydı. Sarı ışığın bir boka yaramadığı simsiyah sokakta ağır kar yağışın içinde beni öldürse ölüm karın altında kalabilirdi çünkü.
Siyah paltolu siyah saçlı birisiydi.
Asla havaya uymayacak bir ayakkabı giyiyordu, aniden kar yağışına yakalanmış olan bir turist olmalıydı. Böyle salak salak durup benim aklımla oynayacağına koşarak kaldığı yere gitmeliydi.
Bıçaklanma korkusuyla yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamadığım turistten gözlerimi çekip hemen merdivenlerden indim ve sağa dönüp Roma'daki sevdiğim yerlerden birisi olan sıcacık görünen kafeye girdim. Küçükken battaniyemin altında Harry Potter izlerken hissettiğim his gibiydi bu kafe, çok sıcak ve ev hissiyatı veriyordu.
İçeri girdiğim anda kapıya bağlı olan çan geldiğimi içerdeki herkese haber verdi, minik kafedeki beş altı masadan sadece iki doluydu. Bu yüzden Felix ve Chris hyungu görmem zor olmamıştı.
Kafenin sahibi yıllardır burda yaşamamı katlanılabilir hale getiren insanlardan biri olan Albert beni görür görmez neşeyle gülümsedi, hafif yaşlı karısından boşanmış tatlı bir adamdı. "Jaki'y. Benvenuto figliolo." Benim yüzümde onunki kadar büyük olmasa da bir gülümseme karşılık olarak ortaya çıktı. Paltomu ve atkımı çıkarınca özensizce giydiğim kalın sweat, eşofmanım üzerimde kalanlardı. Yeonjun'un ben uyurken pembeye boyadığı saçlarımla çok alakasız durduğuma emindim ama burda yabancı olmadığı içim rahat hissediyordum, süpermarket günüme daha altı gün vardı bu yüzden pespembe saçlarımla dolaşmak zorundaydım.
Albert'le ayak üstü sohbetimizden sonra Chris ve Felix'le birlikte takıldım, ingilizce yaptığımız muhabbetin ortasında birden gözüm dalıyordu Felix'in yüzüne.
En son üç yıl önce Kore'ye gitmiştim, orda doğup büyümesem de sekiz yılımı geçirdiğim şehrin tanıdık kokusuyla memleket hasretinden burnumun direği sızlıyordu.
O.
Onu da sormak istedim, ne yaptığını, nasıl yaşadığını, sağlığını.
Fakat ağzımdan asla çıkmayacağını Felix'in geleceği haberini duyduğumdan beri biliyordum.
Gece üçe doğru hepimizin uykusu gelmişti, onlar otellerine ben de evime dönecektim, taksi çağırıp onları gönderdikten sonra hüzünlü hislerle geldiğim merdivene doğru adımladım. İçerden dışarı çıkma hissine küfür ede ede yürüyordum.
Merdivenleri sonunda bitirdiğimde biraz daha ısınmış hissetmiştim, sağımdaki karanlığı görene kadar.
Aniden irkilip solumdaki duvara doğru kaydım, bu katil kılıklı herif hala burdaydı. Evsiz olma ihtimali beni düşündürse de onu evime alıp sabah sadece götümdeki donla uyanma ihtimalimi göz önüne alarak yürümeye devam ettim.
Yani etmek isterdim.
"Gidecek bir yerin yoksa merdiveni inince sağdaki kafeye gir, sabah da yoluna bakarsın. Jake gönderdi beni dersen yiyecek bir şeyler de verir."
Pıtı pıtı geri dönüp İngilizce konuşup anlayacağı bir şekilde ona yardım etmiştim, kahretsin. Vicdanım yüzünden başıma bir gün bir bok gelecekti.
Adam biraz kıpırdadı ve bana döndü, yani öyle olduğunu düşünüyordum. Karlar her yerimize geliyordu ve siyah paltosu bembeyaz olmuştu. Görmek çok olmasa da zordu.
Ben de yoluma gitmek için döneceğim sırada adam dizleri üzerine çöktü.
Ölse kendi kendine konuşamazdı herhalde, aniden kendi kendine mi konuşmaya başlamıştı yoksa hayal mi duyuyordum bilmiyordum.
Ambulans mı çağırmam lazımdı? Soğuktan fenalaşmış olabilir miydi?
"Mavi." Söylediği şeylerin çoğu net gelmediği için birkaç adım yaklaştım, "Ne mavi?" Umarım mavi bir bıçak çıkarıp beni bıçaklamazdı. "Gözlerin."
Yerimde kalakaldım.
Nefesim sıkıştı.
İhtimalini düşünmek bile beni yok ediyordu, dizlerim titriyordu.
Kanlı canlı burdaydı.
Ona doğru geldiğim adımları geri gittim ve arkamı döndüm, "Kafeye git." Biraz öncenin aksine korece konuşmuştum.
Büyük adımlarla ilerlemeye başladım. Yere ayaklarımın ağrıyacağı kadar sert basıyordum
"Gitme." Sesi ağlıyordu.
Ah, ben de ağlıyordum.
Turistin tekinin yıllardır duyma isteğiyle yanıp tutuştuğum şeyi söyleyip ağlaması sikimde değildi.
Yedi yıl önce söylemeliydi.
-
italik yerler ing
⭐️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beautiful eyes, jayke
Fanfictionrenkler sadece yanındayken gördüğüm özel şeylerdi, senden gidince renkler de gitti.