1973-74, üçüncü yılım
Böcürtüm bendi. Yapayalnız bir ben.
Bu çok ilginçti. Çünkü yalnızlık hiçbir zaman sahip olduğum bir şey değildi. Belki fiziksel olarak sahip olmuşumdur. Ancak demek istediğim yalnız hissetmek. İşte buna hiç sahip olmadım. Annem vardı, babam vardı. Abim, ablam vardı. Peter vardı. Şimdi de yeni arkadaşlarım var. Ve yalnızlık hala hiç tatmadığım bir duygu. Bundan bu denli korktuğumu bilmiyordum.
Buna o kadar şaşırmıştım ki benimle dalga geçen Mulciber'i duymamıştım bile. Kendimden korktuğumu ve gerçekten korkunç derecede çirkin göründüğümü konu alan bir alay cümlesi kurmuş olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü ders çıkışında Peter'in ve dolayısıyla 'Çapulcular'ın Mulciber'in üstüne yürüdüklerini görmüştüm.
Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersime gidiyorum da. Ondan aklıma geldi bunlar.
Bir önceki ders Sihir Tarihiydi. Güzel bir uyku çektiğim için yanımdaki Mary ile gevezelik ediyordum. "Bu yıl takıma katılman çok iyi oldu Marls! Resmen iki maçı da kusursuz bir şekilde aldınız!" Mary, en az benim kadar tutkuluydu quidditch'te. İlk yılımda alınmadığım için çok ağlamıştım. James ve Peter nasıl teselli edeceklerini şaşırmışlardı. İkinci yılda heyecandan süpürgeden düşmüştüm ve süpürgem kırılmıştı. Evet, hiç maça çıkamadan. Ben de yıl boyu para biriktirip ablamın da yardımıyla yeni bir süpürge almış ve bu yıl, sonunda takıma kabul edilmiştim. Zafer çığlıkları!
Dersler benim için fazla zordu. Odaklanmak, aklımda tutmak ve ezberlemek. Bunlar yapabileceğim şeyler değildi. Bazı derslerde uyuyordum, bazılarında çizim yapıyordum. Bazılarında sınıftaki insanları izliyordum. Ders dinlemek pek de benim tarzım olmayan bir şeydi. Annem ve Lily beni ilerdeki sınavım için uyarıyorlardı. Ama kimin umurunda! Lily'i geçiştirmek kolay olandı. Ancak annem her yaz bu konuyu bıkmadan açıyordu. Ama ben hallediyordum, kaçarak.
Derse girip kitaplarımızı masalarımızın üzerinde hazır ettikten sonra yine gözlerimi devirmeme sebep olan sesi duydum. "Bayan McKinnon, derse odaklanalım lütfen." Kafamı sallayıp oturuşumu dikleştirdim ve belki dikkatimi çeker diye ne işlediğimize baktım. Kurt adamlar. İlginç. Tebrik ediyorum, profesör. İlgi alanımdan vurdunuz.
Açık konuşmak gerekirse büyücü dünyasının bu kadar acımasız ve pis olduğunu bilmiyordum. Dersi dinledim, hem de tamamını. Ve öğrendiğim tek şey büyücülerin manyak olduğu. Safkanların kan ayrımından sonra duyduğum en saçma şeydi. Hayır ben yanlış anlamıyorum, bu ırkçılık.
Bir kişiyi, elinde olmayan sebeplerden dolayı -ırk, ten rengi, hastalık, muggle doğumlu, safkan, melez, kurt adam- dışlamak, hor görmek, sınıfsal ayrıma maruz bırakmak ya da bunlar gibi çirkin muamelelere uygun olduklarını düşünmek ırkçılık! Resmen az önce kurt adamları nasıl öldürebiliriz, onu öğrendik.
Tamam, dönüşümleri tehlikeli olabilir. Ama sihir diye bir şey var, bilmem farkında mısınız! Bu avantajı kullanarak onlara fırsat yaratsaydınız onları öldürmek zorunda kalmazdınız. Ben on üç yaşımda bunları akıl edebiliyorken, aptal yetişkinlerin her şeyin çözümünü şiddet zannetmelerini kabullenemiyorum. Ve onların saçmalıkları beni büyümekten korkutuyor.
"Resmen saçmalık!" Sinirle çantamı omzumdan atıp koltuğa gömüldüğümde Alice merakla sordu. "Saçmalık olan ne?" Tekrar düşündüğüm için yeniden sinirlenmiştim. Saçlarımı karıştırıp cevap verdim. "Kurt adamlara yapılan muamele!" Alice anladığını belli eden bir ses çıkardı ve omuz silkti. Ama ben konuşmaya devam ettim. "Bu kişinin kontrolünde olmayan bir şey. Neden bunun için ölüme layık görülüyor ki! Bu ırkçılık değil de ne!" Lily sinirli halime kıkırdıyordu.
Kimse karşı çıkmamış hatta hepsi hak vermişti bana. Haklıydım zaten. Dorcas koluma dokunup "Kurt adamları sevme derneği kurmanı ve başına, kurt kostümüyle kendini koymanı bekliyorum." demişti. Bunun üzerine koltukta yanıma oturmuştu. Bir ayağım altımda diğeri aşağı sarkık bir şekilde oturduğum için ona döndüm. "Biliyorsun, fazla insana ihtiyacım olacak."
Dorcas'a fırsat vermeden Sirius bağırdı. "Ben gönüllüyüm." Ardından James ve Peter de. Remus gülüyordu bu şapşallara. Sonra Sirius, Remus'a ithafen bir fikir öne sürdü. "Kurt kostümünü Remus giyebilirmiş!" Sonra hepsi kahkahaya boğulduğunda çok komik olmadığını düşünsem de gülümsedim ve Dorcas'a döndüm. "Yardımcı koltuğu boş, sana ayarlayabilirim." Gülümsedi. "Memnuniyetle."
Artık resmi olarak Kurt Adamları Sevme Derneği Başkanıydım. Yardımcılarım; Sirius, James ve Peter'di. Peter bize rozet hazırlayacağını söylemişti ve bu çok heyecan vericiydi. Yardımcılarımın yardımcısı da Dorcas'tı. Ancak Sirius'a su getirmeyeceğine, Peter'e kız ayarlamayacağına ve James'i Filch'ten asla kurtarmayacağına çocukları ikna etmesi gerekiyordu. Yoksa hepsi birden lanet yiyebilirdi. Hey, yardımcılarımı seviyordum. Onların lanetlenmesini istemiyorum.
Sohbet sakinleşmeye başladığında, herkesin üzerine uyku çöktüğünde koltuğun bir köşesine iyice sinmiştim. Koltuğun diğer köşesinde de hala Dorcas oturuyordu. Gözlerini üzerimde hissediyordum ancak ona dönmüyordum. Çünkü söylemek istediği bir şey varmış da söyleyemiyormuş gibi duruyordu. Ben de onun söylemek için hazır olmasını bekliyordum. Oturuşunu dikleştirip bana döndüğünde ben de ona döndüm.
"Bu konuşmayı nasıl yapacağımı düşünüyorum, iki gündür."
Ciddi girdi. Biraz gerilmedim diyemezdim. Ama merak da etmiştim. Onu bu kadar endişelendiren ne olabilirdi?
"Böcürtünü gördükten sonra seninle ilgili olan bazı önyargılarımı yendim sanırım." Kaşlarımı çatmıştım, bana karşı önyargısı olduğunu düşünmüyordum. Ama kafa salladım ve konuşmaya devam etti.
"Mutlu bir ailen var; annen, baban, kardeşlerin seni seviyorlar. Arkadaşlarından biri zaten Peter." Bunu dedikten sonra ikimiz de kıkırdamıştık. Peter fazla sosyaldi ve Çapulcular epey popülerdi. Böyle düşünmesi çok normal geliyordu. "Dürüst olmak gerekirse gözüme çok şımarık görünmüştün." Bana bakıp tepkilerimi ölçüyordu. Gülüyordum elbette. Çünkü çok kibar konuşuyordu -genelde böyle konuştuğu kişi ya Alice ya da Mary'dir.
"Öyleyim, kabul ediyorum." dediğimde o da benimle gülmüştü. "Yaşımız büyüdükçe karakterimiz otururmuş, annem öyle derdi." Sonra göz temasını koruyup kafa salladı. "Neyse işte. Bana göre sorunsuz bir hayattı seninki. Ama böcürtün karşısındaki savunmasız halini gördüğümde açıkça yanıldığımı fark ettim." Utançla kafasını eğdi. "Lütfen, Dorcy, bana bak." Dorcas, bize göre sessizdi. Mary bir keresinde Dorcas'ın gözlem yeteneğinden bahsederken zihnini bile bir çırpıda okuyabilir demişti. Zeki biriydi ve bunu kullanmayı biliyordu.
"Düşüncelerin için üzgün olmana gerek yok. Onlar senin bir parçan." dediğimde bana baktı. "Bir parçamın bile seni kötü görmesini istemiyorum. Sen sahip olunabilecek en iyi arkadaşsın Marley. Kendinden çok etrafındakileri düşünmen çok ince." Gülümsedim ve ona kocaman sarıldım.
Yalnızlığın sessizliğinden değil, sessizliğin kimsesizliğinden korkuyordum.
Yalnızlığın soğukluğundan değil, dışındaki kar fırtınasından korkuyordum.
Yalnızlaşmaktan değil, etrafımı görememekten korkuyordum.
Dorcas benim içimi görmüştü.
*
*
*
"Sessizliğin kimsesizliği."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aklımın Her Köşesi | Dorlene
FanfictionZaten aklı başında biri değildim. Artık aklım tamamen sende. Mutlu musun? Ciddi anlamda soruyorum; aklımın her bir köşesine sahip olduğun için mutlu musun? marlene mckinnon x dorcas meadowes minific @remlupid çiçeğime hediyemdir. victoria, with l...