sekiz

604 88 27
                                    

hayatım hep tekerrürden ibaretti. günlerim hep aynı rutin ve aynı devamlılıkla ilerliyordu. bilmiyordum, yaşayıp yaşamadığımı veyahut devam edip edemeyeceğimi... sanki hepsi birer yük gibiydi ve ben hepsini sırtlanıp sürükleye sürükleye ilerlemeye çalışıyordum.

şimdi ise yaptığım aptallığın farkına daha yeni yeni varıyordum. yoongi'yi çağırmıştım. salak gibi onu yanıma çağırmış ve burada oturarak gelmesini bekliyordum. çekip gitmem gerekiyordu, onu çağırdığımda kötüydüm, dışarıya kendimi atmış ve ağlayarak nereye gideceğimi bilemediğim için yolun ortasında durmuş ve bisiklet kullanan, benim yaşlarımda bir gençle çarpışmıştım. bunu nasıl başarmıştım bilmiyordum ama kötüydüm. bacağım kanıyordu, sol yanağım resmen sızlıyordu ve ben ağlaya ağlaya ona mesaj attığımda gerçekten kendimde değildim. şimdi ise kendime gelmiştim ve arkama bile bakmadan kaçıp gitmem gerektiği yerde oturmuş onun bana gelmesini bekliyordum.

akan burnumu tişörtüme sildiğimde gözlerimi kapadım ve sırtımı yasladığım ağaca daha çok sığındım. nasıl buraya gelmiştim de nasıl bu hallere girmiştim bilmiyordum bile. yoongi'nin söyledikleri beni çok kötü etkilemişti, kendimi kaybettiğimi hissettiğimde ise namjoon'u uyandırmamaya dikkat ederek kendimi dışarıya atmıştım. koşa koşa geldiğim yer ise bir çocuk parkıydı, gecenin bir körü olduğu için etraf sessiz ve karanlıktı.

akan burnumu tekrar çektiğimde gözlerim yeniden dolmuş ve kafamı kendime doğru çekiştirdiğim bacaklarımın arasına yaslamıştım. hayatım zaten çok iyi diyebileceğim bir kıvamda bile değildi, sadece namjoon ile olmak bile bana yetiyordu, onu hayatımda görmeyi seviyordum. bana iyi geliyordu, her şeyden öte mükemmel bir arkadaşlığı bile vardı.

fakat yoongi'yi gördüğüm o andan beri içim hep bir tuhaf oluyordu, sürekli duygusaldım ve sürekli ağlayasım geliyordu. kendimi bir şeyler için frenlemeye çalışıyordum fakat ben daha bunu yapamadan yoongi yeni bir sürprizle tekrar karşımda beliriveriyordu.

ondan daha nasıl kaçabilirdim ki?

üstelik o namjoon'un iş için yakınlık kurduğu biri iken. namjoon hiçbir şeyi bilmediği içinde beni onun bulunduğu ortamlara çok rahat bir şekilde sokuyordu da...

kafamı tekrar arkaya doğru attığımda ve ağaca doğru vurduğumda buğulu gözlerimin ardından benim olduğum tarafa doğru koşan bedeni seçtim. yoongi önce parkın karşısındaki yoldan geçmiş ve parka girdikten hemen sonra ağaca yaslanarak küçülmüş bedenimin önünde dizlerinin üzerine çöküvermişti.

onu görmem işleri daha da zorlaştırırken yeniden ağlamaya başladım. yoongi ise nefes nefese beni inceliyor ve yanağıma doğru uzanarak ellerini sızlayan yerde gezdiriyordu. dokunuşu beni daha da kötü yaparken kollarını etrafıma doladı ve bana sımsıkı sarıldı.

sarılışında bile huzur akarken burnumu boynuna gömdüm ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. bir süre öylece ağlamama izin verdi fakat bir süre sonra ağlayışlarım iç çekişe döndüğünde benden uzaklaşıp yanıma, çimenlerin üzerine oturdu. o an fark etmiştim ki üzerinde siyah bir sweatshirt ve hemen altında ise gri bir eşofman vardı, kısa saçları ise her zamankinden farklı dağılmıştı. evden çıktığı gibi buraya geldiği her halinden bile belli oluyordu.

"yüzüne ne oldu? bunu sana...." sormaya korkuyor gibi kendini tuttu ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. ne demek istediğini anlayınca ise kafamı hızla iki yana salladım. biliyordum ki çok fazla sulu gözdüm ama bugün kendimi tutamıyordum. gözyaşlarım oluk oluk beni terk ediyordu.

"hayır," kafamı iki yana doğru sallamaya devam ettim. "hayır, o yapmadı." pijamamı yukarıya doğru sıyırdığımda bacağımdaki kurumuş kan izlerini de görmüş ve gözleri kocaman açılmıştı.

abandoned house : yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin