"Kraliçe! Onu koruyun!"
Herkes korku içinde koşuyordu. Rahatlığa alışmış halk, bu karışıklığa ayak uyduramıyordu. Dönemin kraliçesi İlayda, kendi askerleri tarafından ihanete uğramıştı.
"Kahretsin! Pislikler saraya yaklaşıyor!"
Askerlerin sesleri kalabalığın içinde karışıp gidiyordu. Bebeklerin ağlama sesleri insanın içini sızlatacak cinstendi. Eli silah tutan çocuk, genç, kadın, erkek herkes kraliçeyi savunmak için var gücü ile savaşıyordu. Dış ülkelerin direkt olarak müdahalesi olarak görülmesin diye o ülkelerin adamları iç savaşlar başlatıyordu. Önceki dönemde komşu krallık da (Zümrüdüanka Krallığı) iç savaş ile mücadele etmişti. O sırada Kraliçe İlayda'nın kalbi sızlıyordu. Bazılarının taşlaştığını düşündüğü kalbi, çocukluğundan beri tanıdığı askerlerinin ihaneti ile adeta kanıyordu. Çeyrek asırdır oturduğu tahtı sarsılıyordu. Dönemin veliahtı, kraliçenin tek kızı Prenses Ece'yi koruması gerekiyordu. Bu savaşı kaybetse bile kızı onun için bir umuttu. Vezirine emir verdi :
"Derhal kızım Ece'yi ve ailesini güvenli alanlara taşıyın. Yanına bir bölük asker verilsin."
Vezirin gözleri faltaşı gibi açıldı:
"Kraliçem bir bölük fazla değil mi?"
Kraliçe dik duruşunu bozmadan cevapladı:
"Krallığın tek veliahtını ciddi bir koruma olmadan gönderemeyiz. Kızımın eşi Prens Hakan'ı huzuruma çağırın."
Vezir onaylar bir bakış attı ve eğilerek taht odasını terk etti. Neredeyse sarayın bahçesine ulaşan düşmanlar veziri huzursuz etmişti. Acele etmesi gerektiğini anlayarak hızlandı.Koridorun sonundaki odaya ulaştığında kapının aralık olduğunu fark etti. Prenses ve ailesi ortada yoktu. Telaş yapan vezir askerlere bağırdı:
"Krallığın tek veliahtı habersizce nereye gidebilir? Sizi buraya süs olsun diye mi koyduk?"
Mahçup askerlerin biri cevapladı:
"E-efendim biz geldiğimi-"
Vezir askerin cevaplamasına sinirlendi. Büyük bir hiddetle:
"Bir de cevap mı yetiştirirsin? Kraliçe size çok sinirlenecek. Her türlü cezaya hazır olun."
Vezir arkasını döndü ve taht odasına geri yola koyuldu.O sırada kayıp veliaht Prenses ve eşi saraydan çok da uzak olmayan bir kasabaya doğru yola çıkmışlardı. Kucaklarında ikiz kızları Ahu ile Ceylan vardı. İkizinden daha hırçın bir bebek olan Ceylan hıçkırarak ağlıyordu. Ahu ise babasının kucağında sessice duruyordu.
"Annem kaçtığımızı öğrendiğinde sinirden deliye döner. Acaba haber mi verseydik?"
Prens gülümsedi :
"Saray küçük kızlarımız için fazla tehlikeliydi. Hem sen bana güven, seni de kızlarımı da zor duruma sokmamaya çalışacağım."
Prenses soluk bir gülümseme takındı. Saray dışına çıkmamış olan narin vücudu, çamurlu yollarda zorlanmaya başlamıştı bile.
Kasabaya vardıklarında büyük bir şaşkınlık içerisindeydiler. Kasaba adeta başkentlerinde hiçbir sorun yokmuşcasına bütün harikalığı ile duruyordu. Kimse savaşın etkisinde değildi. Prensesin gözleri yaşarmıştı. Bunu fark eden eşi hemen ona sarıldı. Kasabanın meydanına doğru yürüyorlardı. Kasabanın meydanı normalden çok daha genişti. Adeta bu krallığa ait değilmiş gibiydi. Şaşkınlığını gizleyemeyen Prensesin ağzı açık kalmıştı. Nihayet meydana vardıklarında Prens elini kaldırıp dikkati üzerine topladı :
"Ahali! Ben Altın Ruh Krallığı Veliahtı Prens Hakan."
Herkes küçümser bakışlarla Prens'e bakıyordu.
"Yanımdaki ise Ehven-i Şer Krallığı Veliahtı Prenses Ece."
Ani bir sessizlik oldu ve kasaba ahalisi kahkahalar atmaya başladı. Prens ve Prenses çok şaşırmışlardı. Normalde halkın onlara olan saygısından eğilmesi gerekirdi fakat onlar bunu yapmıyorlar aksine gülüyorlardı.
" Prensmiş! Prens olsan buraya işin mi düşer sarayında kahveni yudumlardın!"
Prens çok şaşırmıştı. Hemen başka bir ses
yükseldi:
"Eee madem Veliahtlar sizsiniz ne yapıyorsunuz burada?"
Prenses öne çıktı :
"Bakın. Şuan başkentte büyük bir savaş var. Annem Kraliçe İlayda bizzat savaşıyor. Burada nasıl savaşın izi olmaz onu da anlamadık."
Halk tekrar kahkahaya boğuldu.
"Kraliyet mensubu olsan tipin böyle mi olurdu? Altın içinde kafanda tacınla narin narin yürürdünüz. Hadi işinize! Bunlara yüz vermeyin kasabada dolandırıcıya yer yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASIR
Fantasia"Her şey bir yalandı!" Sinirle tıslayan Ahu, ellerini sımsıkı bir şekilde yumruk yaparak öğrendiği çarpıcı gerçeğe bakıyordu. "Hiçbir zaman yönetici olamayacağım!" Sinirle hıçkırarak ağladı: "Tüm hayatım bir yalan üzerine kuruluymuş! Ne safım..."