4

108 16 31
                                    

Arkadaşlarının odada yükselen kahkahaları ve konuşma sesleri onun kulağında uğultudan başka bir şey değildi. Duyabildiği tek şey kendi kafasındaki seslerdi. Birbirleriyle savaşan ve başını ağrıtan zehir dolu sesler. Hepsinden nefret ediyordu Jisung, hiçbirini dinlemek istemiyordu. Ama her zaman bir seçim yapmak zorunda kalırdı. O seslerden birini veya birkaçını dinlemekten başka çaresi yoktu. Çünkü artık gerçek benliğini hatırlamıyordu bile. Gerçek Jisung ne söylerdi bilmiyordu. Kendi sesini duyamıyor, duyuramıyordu.

Yaslandığı koltuğa tutunarak yerden kalktı ve odasına doğru adımladı. Kapısının kolunda silik bir sarmaşık gördüğüne emindi. Dokunduğunda tamamen yok olan belli belirsiz bir sarmaşık. Odasına girip çekmecelerini karıştırdı, birkaç denemeden sonra tanıdık şişeyi bulduğuna emin oldu. Titreyen elleriyle şişeyi açtı ve içinden renkli bir tohum çıkardı. Hemen orada bulunan su yardımıyla tohumu ağzına atıp tek yutuşta midesine indirdi.

Arkasındaki yatağa oturur pozisyonda düştü ve ellerini geriye doğru yasladı destek almak için. Sımsıkı kapattı gözlerini, elleri çarşafını sıkıyordu. Baş ağrısı birazdan geçecekti. Changbin gelecek ve onu salondaki şeytanlardan kurtaracaktı. Terlemeye başlamıştı, hızlı hızlı nefes alıyordu. Gözlerini zorlukla açıp kafasını cama çevirdi açık olup olmadığını kontrol etmek için, bir yerlerden hava alması gerekiyordu. Titreyen bacaklarını kontrol etmek zorken güçlükle ayağa kalktı ve zaten açık olan pencereye doğru yaklaştı. Kafasını dışarı çıkardı ve temiz havayı ciğerlerine doğru çekti. İyi gelmişti, tekrarlamaya devam etti. Ta ki bir el kolundan tutup geriye çekene kadar.

"Ne yapıyorsun orada? İyi misin?"

Görüşü bulanık olmasına rağmen tanımıştı çiçeğini. Bir gülümseme kapladı yüzünü, kısık gözlerle karşısındaki adama bakıyordu. Neden telaşlı görünüyordu? Başının ağrıdığını anlamış, onun için endişelenmiş miydi?
Bir elini omzuna götürerek tutunmaya çalıştı, titrek bacakları onu taşımakta zorlanıyordu.

"Changbin. Ben... Arkadaşlarım geldi. Çok ısrar ettiler. Kırmak istemedim. İçeriyi biraz dağıttılar kızmadın, değil mi? Ben toplayacağım söz veriyorum. Her şeyi toparlayacağım. Ama gitmiyorlar, ben gönderemedim. Gitmelerini söyler misin? Geç oldu, de. Jisung hasta olmuş, de. Bir şey söyle ve gönder onları. Çok kalabalık... Çok fazla ve çok gürültü... Başımı ağrıttılar ama geçecek şimdi, endişelenme. Korkma, tamam mı? Ben sadece biraz korktum ama geçti zaten. Gitsinler."

Nefes nefese ve hıçkırıkları arasında telaşlı bir şekilde kendini açıklamaya çalışırken konuşmanın yarısında Changbin'in boynuna gömülmüştü. Sesi bazen boğuk ve titrek gelse de anlıyordu onu Changbin. Konuşmasının bittiğini fark edince elini saçlarına götürdü ve okşamaya başladı, kaşları çatılmıştı duyduğu şeylerle. Eve girdiğinde salon çok dağınıktı; yastıklar her yerde, içki şişeleri, boş bardaklar, açılmamış pizza kutuları yerlerde ve masalarda geziyordu. Oyun konsolları dışarıda ama televizyon kapalıydı. Perdeler ve camlar sonuna kadar açılmış içerisi buz gibi olmuştu. Masanın üzerinde karalamalarla dolu yarısı yırtılmış ya da buruşturulmuş kağıtlar duruyordu. Evdeki tek ses ise Jisung'un odasından gelen ağlamalardı.

"Şşş. Tamam, geçti. Gönderdim hepsini, gittiler. Kimse yok. Sadece ben varım. Buradayım, bebeğim. Ben ve sen varız sadece, herkesi gönderdim. Kızmadım sana da. Geçti, bir sorun yok."

Kulağına sakinleşmesine yardımcı olacak cümleler fısıldıyordu. Bebeğinin acı çektiğini ve bu kadar yıprandığını görmek ona iğrenç hissettiriyordu ancak sakin kalmalı ve onu yatıştırmalıydı. Onu korumalı ve güvende olduğunu hissettirmeliydi.

Bir süre sırtını sıvazlayıp saçlarını okşadıktan sonra nefesi biraz daha düzene girmiş çocuğun yanaklarından tuttu ve yüzlerini eşitledi. Kızarmış gözlerine ve ıslak yanaklarına baktı. Gözyaşlarını silip her bir damlanın yerine bir öpücük bıraktı. Terden alnına yapışmış saçları geriye iterek alnını açtı ve orayı da öptü uzunca. Gözlerine biraz daha baktı. Göz bebekleri çok hızlı hareket ediyordu, odaklanamıyorlardı. Bir eli alnında bir eli boynundayken bir adım daha yaklaştı, kendi vücuduna yasladı onu. Gözlerindeki odağı yakalamaya çalışırken bakışlarını hiç ayırmadı ama başarılı olamıyordu. Titremesi biraz olsun azalmış çocuğun alnını bir kez daha öptü, çok sıcaktı.

"Ağrı kesici mi aldın, Jisung?"

Kafasını hızla salladı.

"İlacın yerini gösterir misin bana?"

Bu sefer kafasını 'hayır' anlamında salladı.

"İlaç içmedim. Sadece ağrı kesici."

Saçlarını bir kez daha okşadı, "Anladım, bebeğim. Ağrı kesicinin yerini gösterir misin peki?"

Şeytanların sesi tekrar doldu kulaklarına, ona emirler veriyor ve onu çekiştiriyorlardı. Yeterince yıpranmamış gibi dinlemeye çalıştı. Hepsi farklı bir şey söylüyordu, bazıları Changbin'e güveniyor bazıları ondan korkuyor ve bazılarıysa nefret ediyordu. Kafası daha çok karıştı, ucunu kaybettiği düşünceler birbirine dolandı.

"Bebeğim?"

Duyduğu sesle kafasını hemen çekmeceye çevirip tekrar Changbin'e baktı. Changbin, gözlerini takip etti.

"Teşekkür ederim. Şimdi duş alıp uyuyalım, olur mu?"

"Yalnız mı uyuyacaksın?"

"Sen varken hayır."

Changbin'in boynunda uzanan sarmaşıkları daha yeni görüyordu. Saçlarına doğru uzayan koyu renkli sarmaşıklar. Bir yaprağı dolgun dudaklarına dokunuyordu. Jisung elini uzatıp o yaprağın üzerinden dudaklarını okşamak istedi ama yaprak parmağını ittirdi. Kaşlarını çattı ve o yaprağı hızla kopardı Jisung. Kopardığı yerden hafif bir kan akmıştı. Çiçeğine ulaşmasına engel olan herkesin cezası aynı olmalıydı, kendi sarmaşıkları bile olsa. Biraz geri çekildiğinde ise şaşkınlıkla ona bakan ve kendi dudağına dokunan Changbin dışında bir şey görmüyordu.

O gece uyumadı Changbin. Arkadaşını kendi kolları arasında sararak uyuttu onu ama kendisi uyumadı. Sadece düşündü ve düşündü. Gözlerinde tek bir uyku belirtisi bile yoktu. Aklına uyumak gelmedi bile. Sadece düşündü. Jisung'u, annesini, hastalarını ve hapları. Geçmişi ve geleceği. Daha birçok şey düşündü. Yanlış yapıp yapmadığını, ona zarar mı veriyor fayda mı sağlıyor... Gün doğana kadar ve Jisung dün gece hiçbir şey olmamış gibi taptaze bir enerjiyle cıvıldayana kadar düşündü. Jisung'un onu neden öptüğünü ve kalbindeki perilerin bu histen neden nefret ettiğini saatlerce düşündü.

under my skin, binsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin