5

90 15 23
                                    

Bahçesindeki en güzel çiçeğinden bir yaprak yere düştü. Toprak içine çekti yaprağı, içine çektikçe renk değiştirdi. Kırmızıydı şimdi toprağı, biraz taşlı ve kuru. Jisung onları her gün sulardı oysa, her gün bakardı bahçesine. Kenarı çiçeklerle dolu dar yolda yürürken hepsini okşar, koklar ve onlarla konuşurdu. Her gün bir tanesini seçer ve ona hikayeler anlatırdı. En güzel çiçeğini anlatırdı. Ne kadar güzel olduğunu, ona bakmak için kaç kez zehirli böcekleri öldürmek zorunda kaldığını. Bazı çiçekler korkardı hikayelerinden. Jisung korkmamalarını ve onları, bahçesini, Changbin'ini korumak için yaptığını söylerdi.

Son günlerde biraz ihmal etmişti bahçesini. Sulayamamış, gün ışığı sunamamıştı. Onları üzecek şeyler anlatıyordu. Biraz karanlıktı artık bahçesi. En sevdiği çiçeğine giden o rengarenk ve güzel kokulu yolda şimdi dikenler büyümüştü; gidemiyor, dokunamıyordu. Sarmaşıklar sıkıca sarmıştı etrafını. Kendi sarmaşıkları değildi bunlar. Yapraklarında dikenleri vardı. Elini her uzattığında ona zarar veriyordu.

Çiçeği ise bu durumdan memnun gözüküyordu. İtiraz etmiyor, Jisung'a ulaşmaya çalışmıyordu. Sanki o çağırmıştı zehirli sarmaşıkları oraya. Tohumlarını kendi ekmişti. Onun düşen yaprağı toprağın derininde zehirli bir sarmaşığa dönüşmüştü.

O sarmaşıklardan kurtulması gerekiyordu Jisung'un. Koparması, kesmesi... Her ne gerekiyorsa yapacaktı. Elleri kanasa bile durmayacaktı. Çiçeğine dokunamamak ellerini her gün yakıyordu zaten. Bahçesine yeni tohumlar bulmak, zehirli böcekleri yok edecek daha etkili ilaçlar bulmak için bir yolculuğa çıkması gerekiyordu sadece.

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Alt tarafı bir akşam evde olmamanı rica ettim, Jisung. Oteli ben ayarlarım istersen. Ya da geç gelirsin ama odanda kalırsın."

"Burası bizim evimiz. Neden gitmemi istiyorsun, anlamıyorum hiçbir şey."

"Öyle değil Jisung. Evet, bizim evimiz ama sadece bir akşam diyorum. Bak, yeni biriyle görüşüyorum ve ilk defa bu kadar uzun sürüyor. Bu şansı değerlendirmek istiyorum. Ona bir yemek hazırlayacağım ve biraz vakit geçireceğiz, bu kadar."

Hiçbir şey anlamıyordu, kafasında yeni bir kasırga başlamışken neye odaklanacağını şaşırmıştı. Changbin biriyle görüşüyordu ve Jisung'un bundan haberi bile yoktu. Uzun süredir? Yemek? Bizim evimizde?

Ellerini havaya, ortalarına, getirip susmasını sağladı ve bir adım ileri atarak yaklaştı ona. Tek kaşı havalanırken sorguladı genç adamı.

"Bir dakika. Sen biriyle mi görüşüyorsun? Bana neden anlatmadın? Hiç fark etmedim de. Ne kadar süredir? Kim?"

"Hastaneden bir arkadaşım. 2 hafta oldu."

"Arkadaşın? Hastaneden? Ve 2 hafta oldu, öyle mi? Bu yüzden mi hastanede işlerinin yoğunlaştığını söyleyerek eve geç geliyordun?" Kalp atışlarının hızlandığını hissediyordu.

Art arda gelen sorulara karşı bıkkınlıkla iç çekti genç adam. Sorgulanmaktan nefret ederdi ama bunu Jisung yaptığında nedense her sorusuna anında cevap vermek isterdi. Artık bundan da emin değildi.

"Etrafımdaki herkesi tanımak zorunda değilsin, Jisung."

"Senin etrafında kimse yok, Changbin. Benim dışımda kimse yok. Arkadaşın yok. Hastanedekiler sadece meslektaşların ya da altların. Annem o hastaneyi siz orada evcilik oynayın diye bırakmadı bana. Şimdi söyle, kim o sikik?"

Sesini yükselttiğinin, karşısındakinin yüzüne karşı bağırdığının ve onu bir kez ittiğinin farkında bile değildi. Sadece sesler. Onlar hikayeler anlatıyor ve Jisung'u daha çok sinirlendiriyorlardı.

"Kendin öylesin diye başkalarını da yalnızlaştırmak zorunda değilsin. Ben yalnız olmak istemiyorum. Yalnız ölmek istemiyorum. Birini sevmek istiyorum ve sevilmek istiyorum. Anlıyor musun? Beni kendin gibi yalnızlaştırma artık."

Az öncekinin aksine nefesi birden sakinleşmişti. Kalp atışlarında bir değişiklik yoktu, hâlâ çok hızlıydı ancak vücudu donmuş gibi hissediyordu. Kalbi volkan patlamaları gibi şiddetli ve telaşlıca kan pompalarken vücudu sanki bir kutbun ortasına bırakılmıştı. Elleri Changbin'in yakasından inmiş, geriye doğru bir adım atmıştı. Tüm sesler susmuştu. Hayır, hayır şimdi susmalarını istemiyordu. Konuşsunlar ve Changbin'in söylediklerini bastırsınlar. Duyduklarını unuttursunlar ve yerlerine yeni tohumlar eksinler. Kulaklarını sarmaşıklar kapatsın ve hiçbir şey duymasın. Beynine hükmedemiyordu. Henüz kendi beynine bile hükmedemiyordu ancak arkadaşının tüm hayatını kontrol ediyordu. Kontrol ettiğini sanıyordu. Koskoca iki hafta Changbin o binbir zahmetle örülmüş güçlü sarmaşıklardan birinin geçmesine izin vermişti ve sarmaşıkların sahibi bunu fark etmemişti bile. Çiçeği ona yalanlar söylemiş, onu görmezden gelmişti. Belki bu yüzden çürümüştü bir yaprağı ve yere düşmüştü. Üstelik Changbin yalnız olduğunu düşünüyormuş, yalnız hissediyormuş. Jisung her saniye onun yanında olmak için çabalayıp, onu kalbinin en büyülü yerinde taşırken Changbin hep yalnız hissetmiş. Bunlar yetmiyor muydu? Daha çok çiçek mi ekmeliydi bahçesine? Belki de bir ormana dönüştürmeliydi. Changbin arkadaş istiyorsa tüm çiçekleri onunla arkadaş olabilirdi. Jisung hepsini ona adamıştı. Tüm çiçekler onun içindi ve o en güzel çiçekti. Çiçeğinin yalnızlıktan korktuğunu biliyordu ve yıllarca bu korkusuna hapsolmasın diye uğraşmıştı. Ama o şimdi karşısına geçmiş yalnız olduğunu söylüyordu. Ne cüretle? Ondan sıkılmış mıydı? Hayır bu mümkün değildi Changbin en çok Jisung'la eğlenirdi. Sadece ona gerçek gülüşlerini sunardı. Kendisi öyle söylemişti. Yalan söylemezdi o. Ya da bir sebebi olmalıydı mutlaka. Yoksa başka yaprakları da dökülürdü zaten ama hep yeni tohumlar ekerdi Changbin.

Şimdi Changbin bir şeyler söylüyordu, yüzü telaşlı görünüyordu ama hiçbirini duymuyordu Jisung. Sadece geri geri adımladı ve sonra arkasını dönerek odasına ilerledi. Sırt çantasına ihtiyacı olan birkaç şeyi fırlattı ve dış kapıya doğru yürüdü.

"Jisung!"

Ceketini aldı, ayakkabılarını giydi. Titreyen ellerle yapmak biraz zor olmuştu. Kapı kolunu tutmuşken omzundan geriye doğru çekildi.

"Özür dilerim."
"Öyle demek istemedim."
"Nereye gidiyorsun?"
"Jisung!"

Boğuk sesler karıştırıyordu kafasını. Onu yalnız bırakmak istemiyordu. Korkmasını istemiyordu. Ama yanındayken de zaten yalnız hissediyorsa ne önemi vardı ki?

Omzundaki elden kendini kurtardı ve kapıyı açarak dışarı yöneldi.

"Döneceğim. Korkma, tamam mı?"

under my skin, binsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin