7

96 13 24
                                    

38 gün. 38 gün geçmişti ve Jisung hâlâ ortalıkta yoktu. Ondan ne haber alabiliyor ne telefonuna ulaşabiliyordu. Koskoca bir boşluğun içindeydi. Eve gittiğinde artık ışıklar yanmıyor, o sevimli suratı göremiyordu. Uykuya dalmakta zorlanıyordu, kaç tane geceyi sabah ettiğini hatırlamıyordu bile. Kimse neşeli neşeli gülücükler saçarak uyandırmıyordu onu. Her gün düzinelerce övgüler yağdıran biri yoktu. Çeşit çeşit tatlılar deneyen, en büyük payı ona veren kimse yoktu. Korktuğu ya da özlediği bahanesiyle yanına kıvrılıp ona sarılarak uyuyan biri yoktu. Yanaklarını sıkan, dudaklarını okşayan, saçlarını kurutan, onunla bebekmiş gibi ilgilenen biri. Hiç durmadan tonlarca sevgi yağdıran ve kalbindeki perilere dans ettiren bir Jisung yoktu.

38 gündür ne yaptığına ve nasıl yaşadığına dair hiçbir fikri yoktu. Ne Jisung'un ne kendisinin.

O gece onu biraz yalnız bırakmanın iyi geleceğini düşünmüş ve peşinden gitmemişti. Biraz hava aldıktan sonra döneceğini düşünmüştü, her zaman dönerdi çünkü. Koşmalıydı. En büyük pişmanlığını yaşıyordu. Sabaha kadar beklemişti ama gelmemişti bebeği. Karanlıktan da korkardı, gece gece nereye gidecekti ki?

Sabah işe gittiğinde o gece Jisung'a bahsettiği hastanedeki 'arkadaşının' işten ayrıldığını, birkaç gün sonra da trafik kazasında hayatını kaybettiğini öğrendi. Fark edilmeyecekmiş gibi yavaş yavaş iş arkadaşları değişiyordu. Birileri gidiyor yerine başka doktorlar geliyordu. Yan odasındaki doktordan temizlikçiye kadar herkes teker teker değişmişti. Yeni gelenler Changbin'le mecbur kalmadıkça konuşmuyor, selamını bile bazen görmezden geliyorlardı. Kafasını toparlamakta zorlanıyor, hastalarıyla bile eskisi gibi ilgilenemiyordu. Bir şeyler yapması gerekiyordu.

O akşam kapıyı açtığında anında burnuna dolan çikolata kokusu ve yüksek müzik sesiyle kaşları çatılırken duraksadı. Hayal görmüyordu, değil mi? Hızlı adımlarla ilerleyip mutfağa girdiğinde karşılaştığı manzara gözlerini doldurmaya yetti. Jisung, telefonundan gelen son ses müzikle dans ederken fırından tatlısını çıkarıyordu. Tatlıyı tezgaha koydu ve dolaptan daha önce hazırlamış olduğu kremayı çıkardı. Tatlısını süslüyor bir yandan da müziğin ritmine göre poposunu sallıyordu.

"Jisung?"

Kendisini duymadığını fark edince yaklaştı ve omzuna dokunarak tekrar seslendi, "Jisung!"

Heyecanlı ve çok mutlu bir ifadeyle arkasına dönen genç adam gözlerini kocaman açtı ve elindeki krema kabını tezgaha bıraktıktan sonra müziği kapatırken tamamen Changbin'e döndü.

"Ay, hoş geldin! Duymamışım."

Ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra kollarını boynuna sardı hemen. Geri çekilmek istediğinde bırakmadı Changbin, şoku atlatamamıştı. Kıvırcık saçlı daha sıkı sarıldı küçük olana ve kafasını boynuna gömerek hiç değişmeyen yumuşak kokusunu içine çekti. Saçlarını okşadı ve boynuna birkaç öpücük bıraktı. Kocaman sırıtışıyla zar zor ondan ayrılan Jisung şaşkın şaşkın Changbin'e bakıyordu.

"Çok mu özledin beni? Ne oluyor?"

Yanaklarına ellerini koyarak konuştu Changbin, "İyi misin?"

"Tabii ki iyiyim, Binnie. Bir sorun mu var? Neden gözlerin doldu? Bir şey mi oldu işte?"

Titreyen alt dudağını ısırdı ve gözlerini yukarı çevirerek damlaları durdurmaya çalıştı. Dalga mı geçiyordu onunla? 38 gün boyunca yaşadıkları rüya falan mıydı? Anlamıyordu, çok fazla şey sormak istiyordu ama cevaplarını ögrenmek de istemiyordu. Sadece onu istiyordu. Ona sarılmak ve saatlerce uyumak istiyordu.

"Binnie, güzelim... Üzdüm mü ben seni?" düşük bir sesle sordu Jisung.

Tekrar sarıldı bebeğine sıkıca. Hiç doyamadığı kokusunu tekrar içine çekti. İnce beline kollarını sararak kendine bastırdı. Elinden gelse alıp kalbine sokmak istiyordu onu. Kalbindeki perilere teslim etmek ve hep orada saklamak. Ama yapamazdı, perileri onu istemiyordu. Bunu Jisung duyarsa çok üzülürdü. O yüzden sadece olabildiğince sıkı sarılacak ve yaşadığına şükredecekti. Perilerinden gizli sevecekti onu.

Boynuna doğru fısıldadı aklına dolan şeyleri, "Çok özledim seni, çok. Biriciğim. Sadece sen varsın. Beni yalnızlığımdan koruyan sadece sen varsın. Gitme sakın ya da beni de götür ama yalnız bırakma lütfen. Özür dilerim. Özür dilerim, özür dilerim..."

Jisung, omzuna çenesini yerleştirmiş onun sarılmasına karşılık verirken ifadesiz yüzüyle dış kapıya doğru bakıyordu. Kapıdaki koyu yeşil sarmaşıklar her yere saçılmış bütün duvarları kaplamıştı. Kapıdakinin yaprakları diken doluydu, oturma odasının duvarlarında acı kahve renginde ve yaprakları sertleşmiş çiçekler vardı, Changbin'in odasının kapısında mavi, mor ve pembe çiçekler birbirlerine dolanmış sanki birinin düğümleri çözmesi için yalvarıyorlardı. Jisung'un kapısı ise çiziklerle doluydu. Dikenli sarmaşıklar her yeri çizmiş, zehrini koyu kırmızı ve siyah küçük yapraklı çiçeklere akıtmıştı. Sarmaşıklardan ve kapıdan aşağı doğru akan koyu kırmızı renk yerlere damlayamadan buharlaşıp gidiyordu. Yerleri kirletemezdi, kirli izlerinin görünmesine izin veremezdi. Changbin kirden nefret ederdi.

Kolları arasındaki Changbin'in boynuna baktığında kendi kapısındaki çiziklerden birini görünce gülmeye başladı. Öyle ki, Changbin geriye çekilip neden güldüğünü anlamaya çalışırken ona baktı. Kafası oldukça karışık görünüyordu.

"Çiçeğim, ben de seni özledim. Hem en sevdiğin tatlıyı yaptım sana. Sen duş alıp rahat bir şeyler giyene kadar ben de tatlılarımızı hazırlayayım. Film izleyelim, olur mu?"

Sesi peri tozu gibi akıyordu kulağına. Öyle yumuşak, öyle tatlıydı ki... Sorularını daha sonra soracaktı Changbin ya da hep cevapsız kalmayı seçecekti. O yanında olduğu sürece ne olduğunun çok da önemi yoktu açıkçası. Bu düşüncesinden sonra bir yıldız parladı gökyüzünde, dileğine yardım etmeye hazır hevesli bir yıldız.

O akşam Changbin'in odasında birbirlerine sıkıca sarıldılar ve Jisung'un içine tonlarca sevgi kattığı tatlıları eşliğinde en sevdikleri filmi izlediler. Changbin kaç kez öpmüştü bebeğinin yanaklarını, kaç kez koklamıştı saçlarını bilmiyordu. Filmi izlediği de yoktu zaten. Jisung filme gözlerini dikmiş ilk defa izliyormuş gibi tepkiler verirken sadece onun güzel yüzünü izliyordu.

Jisung, odağını filmden çekip Changbin'in tabağına yönelttiğinde kaşları çatıldı ve dudakları büzüldü anında.

"Çiçeğini neden yemedin? Beğenmedin mi?"

Changbin kendisine yöneltilen soruyla bakışlarını tabaklarına çevirdi. Jisung kendi tabağını silip süpürmüş her şeyi yemişti, tatlının üzerindeki bebek mavisi minik çiçek dahil.

"O süs değil miydi? Yeniliyor mu ki?"

"Tabii ki yeniliyor, Binnie. Senin için hazırladım o çiçeği. Hiç kolay olmadı biliyor musun? Tam 38 günde büyüdü. Eminim çok seveceksin."

Heyecanla konuşurken ellerini göğüs hizasında birleştirmiş onun için büyüttüğü özel çiçeğini yemesini bekliyordu. Changbin, arkadaşının yüzünü incelerken bir süre daha bekledi. Minik çiçeği parmakları arasına aldı ve biraz baktıktan sonra koklamak istedi. Jisung gibi kokuyordu. Gözlerini birleştirdi ve hiç ayırmadan devam etti. Çiçeği dudaklarına götürdü ve alt dudağında gezdirdi. Daha sonra dilini alt dudağına sürterek tadına baktı.

Jisung'u her öptüğünde doyamadığı o tat.

Kısa bir iç çekişten sonra dilinin üzerine bıraktı minik çiçeği. Jisung'un gözleri ışıldıyordu. Dilinde biraz gezdirip yuttuktan sonra Jisung ona biraz daha yaklaştı. Şimdi dudaklarına bakıyordu. Parmaklarını götürdü ve dolgun alt dudağından minik bir yaprak aldı. Çiçekten düşmüştü. Jisung parmakları arasındaki çiçek yaprağına dikkatlice baktı ve gözlerini tekrar Changbin'e dikti.

"Benim için bıraktın, değil mi? Bilerek. Kendi düşmedi."

Belli belirsiz kafasını sallayıp yanıtladı onu Changbin, "Hm, evet."

"Çok... Çok lezzetliydi. Tekrar yapar mısın?"

Gülümsemesi tekrar yüzüne yerleşen çocuk parmakları arasındaki çiçek yaprağını ağzına attı. Changbin'in tadı karışmıştı. Gözlerini kapatarak iyice tadına varmak istedi Jisung.

"Mhmm... Çiçeğim, senin için her şeyi yaparım ama ne dilediğine dikkat et."

under my skin, binsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin