11

75 13 52
                                    

Siyah sarmaşıkların her yeri sardığı, neredeyse çiçeğine vardığı ormanda yürüyordu Jisung. Bu sarmaşıklar onun değildi, rengarenk ormanına kimin ektiğini de bilmiyordu. Patika kenarlarında parlayan güzel çiçeklerinin bir kısmını kurutmuş, ışıldayan güneşi içine çekerek karanlık bırakmıştı ormanını. Siyah, kadife dokusunda ve bataklık kokan sarmaşıklar.

Jisung yıllarca uğraştı ve binlerce çiçek yetiştirdi. Yetmedi bahçesini kocaman bir ormana dönüştürdü. Her şeyi en güzel çiçeği, Changbin'i, için yapmıştı. Onu korumak, yalnız bırakmamak ve ona hediyeler sunmak için. Bu renkli ve parıldayan ormanı ona hediye edecekti. Her şey yolunda ve kusursuz ilerliyordu, ta ki bu zehirli manzarayla karşılaşana kadar.

Koparamıyor, kesemiyordu çirkin sarmaşıkları. Sadece yetişebildiği çiçeklerini kurtarmaya çalışıyor ve en güzel çiçeğinin etrafını daha da güçlü sarıyordu.

Çiçeği ise sessizce onu ve etrafına sarılan korunaklı sarmaşıkları izliyordu. Jisung'un çaresizce çabalayışına gözleri doluyor ve damlalar yapraklarından toprağa dökülüyordu. Eğer gözyaşlarının zehirli sarmaşıkları beslediğini bilseydi Changbin bir daha hiç ağlamazdı.

"Hoş geldin! Girelim mi içeri?"

Jisung hastanenin önüne geldiğinde Changbin'i aramış ve onu almasını rica etmişti. Doğruyu söylemek gerekirse Changbin arkadaşının gelmesini hiç beklemiyordu. Sadece çaresiz bir şekilde aklında bulunan tek seçeneği uygulayarak onu davet etmiş ve gelmesini ummuştu. Jisung'u kapıda görür görmez gözleri parlamış ve yüzünü kocaman bir gülümseme sarmıştı.

Jisung tedirgince Changbin'in arkasındaki hastanede ve Changbin'de gezdirdi gözlerini. Beyaz bir doktor önlüğü giyiyordu, önlüğünün cebinde ise bir kalem takılıydı, gözlükleri burnunun üzerine düşmüştü.

"Sana öğle yemeği getirdim," elindeki paketi ortalarında yükselterek belli etti. Tedirginliğini gizlemeye çalıştığını anlamıştı Changbin.

"Harikasın! Hadi gel beraber yiyelim, hm?"

Jisung'un koluna girdi ve kendi odasını hedefleyerek yürümeye başladı.

Jisung etrafını ve odadaki eşyaları incelerken Changbin de onun karşısındaki koltuğa oturmuş ortalarındaki küçük masada yemek paketini açıyordu.

Jisung hiçbir çiçek göremedi odada, bu onun canını sıksa da sorun değildi halledebilirdi. Beyaz duvarları gözleri taramaya devam ederken pencere kenarında o siyah sarmaşıklardan gördü. Küçük, henüz büyümemiş fakat kapkara rengini hemen sahiplenmiş bir sarmaşık. Açık pencereden içeri sızan hafif rüzgar arada yapraklarını oynatıyor ve uçlarından kum taneleri dökülmesine sebep oluyordu.

"Çok güzel olmuş, Jisung. Sen yemeyecek misin?"

Duyduğu ses dikkatini toplamasına ancak yardımcı olurken karşısında iştahla yemeğini yiyen adama çevirdi parlayan gözlerini.

"Afiyet olsun. Ben biraz atıştırmıştım gelmeden, aç değilim. Beğendin mi gerçekten?"

Dolu yanaklarına aldırmadan elindeki peçeteyi ağzına tutarak konuştu Changbin, "Şaka mı yapıyorsun? Bayıldım. Daha önce hiç böyle pişirmemiştin sanırım mantarı, değil mi? Unutmazdım çünkü."

İltifatlarla yanakları hafiften kızarırken ensesini kaşıdı.

"Yok, bu mantardan sana yapmaya fırsatım olmadı hiç. Ben tekken yapıp yemiştim birkaç kez."

"Yemekten sonra da biraz kal, konuşalım. Böyle sadece bana yemek getirmek için gelmiş gibi olacaksın."

"Sadece yemek getirmek için de gelebilirim, ne olmuş ki? Hem hastane yemekleri güzel bile olmaz zaten."

under my skin, binsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin