8

82 15 29
                                    

"En güzel tohumunu ver bana."

"Güzel?"

"En güzel, en etkili hangisiyse onu ver, Chan."

"Sanırım neyden bahsettiğini biliyorum, bekle burada." Sarışın adam sırıtarak arkasındaki merdivenlerden dükkanın alt katına indi.

Jisung evden çıkar çıkmaz arabasını tanıdık adrese doğru sürmüştü. Changbin'in söylediklerine sinirli değildi, ona kızmazdı. Ama kalbi o kadar çok acımıştı ki, normalde onu sakinleştiren yüzü daha fazla görmek istemedi. Aynı çatı altında uyumak bile istemedi. Biraz hava alması gerekiyordu. Biraz hava alacak, çiçeğinin etrafında biriken böcekleri temizleyecek, ona güzel bir hediye hazırlayacak ve geri dönecekti.

Etrafındaki çeşit çeşit çiçeklerde gezdirdi gözünü. Hiçbiri kendi çiçekleri kadar güzel değildi. Parlamıyorlardı bile. Chan onları özenle yetiştiriyor olabilirdi ancak yine de kendi bahçesindekiler kadar büyüleyici olamıyorlardı.

Sarışın adam elinde süslü bir bezle geri döndü. Bezi tezgahın üzerinde nazikçe açtı ve Jisung'a gösterdi.

"Pahalıya patlar, haberin olsun."

Jisung, bezin üzerinde duran renkli birkaç tanede parmaklarını gezdirdi. Sanki potansiyellerini görüyor gibi ışıldıyordu gözleri.

"Tekrar sar güzelce. Bir de mavi nemophila tohumu ver."

Chan, tezgahın üzerindekini güvenli bir şekilde sardıktan sonra Jisung'un istediği tohum için yan tarafındaki dolabı açtı. Çiçek tohumlarını burada tutuyordu.

"İyi misin sen?"

"Bu verdiklerin işe yarar, değil mi?"

Chan, Jisung'un istediklerini paketlerken tek kaşını kaldırıp ona baktı.

"Ne işe yaramasını istiyorsun?"

Karşısındaki adamın sorgulayan gözlerini inceledi, "Bağlanmasını istiyorum."

"Kimin? Kendin kullanmayacak mısın?"

"Kendim kullanacağım. Bir arkadaşımın da tatmasını istiyorum."

Tezgahta bekleyen paketin üzerine ellerini koyarak bir iç çekti Chan.

"Tek arkadaşın Changbin. Saçma sapan bir şey yapıp benim başımı belaya sokma, Jisung."

Gözlerini devirdi duyduğu sözlere. Cebinden cüzdanı çıkarıp gerekenden çok daha fazla bir miktar parayı, Chan'ın bir elini tutup ters çevirerek avucuna yerleştirdi, "Changbin'in adını bir daha ağzına alma." Hazırlanan paketi de eline aldı ve dış kapıya yöneldi.

Geldiğinde hafif yağmur yağıyordu, hâlâ zifirî karanlıktı. Kulübenin kapısını açıp içeri attı kendini, telefonun flaşıyla gaz lambasını buldu ve küçük odanın aydınlanmasını sağladı.

Işığa kavuşunca rahatlayarak bir iç çekti ve kenardaki yatağına devrildi. Gözlerini kapatıp elindeki paketi göğsünün üzerinde tuttu. Telefonunu açıp hastanesine emirler vermeden önce birkaç dakika yattı öylece. Geceyi ve Changbin'in sözlerini defalarca tekrar etti kafasında.

Jisung yıllarca aksi için çabalamış olsa da Changbin yalnız olduğunu düşünüyor, öyle hissediyordu. Jisung'un ona yetmediğini söylemişti. Onun için büyüttüğü çiçeklerin, tertemiz tuttuğu bahçenin hiçbir önemi yoktu gözünde. Belki de göremiyordu, suçlu o değildi. Tüm çiçeklerini onun gözlerinin önünde yetiştirecekti Jisung.

Sabah dalgaların sesiyle uyandığında gün daha yeni doğuyor, küçük pencereden ahşap masaya düşen ışık havadaki tozları görünür kılıyordu.

Her ne kadar yataktan çıkmak istemese de zorla kaldırdı kendini. Yapacak işleri vardı. Önce kapının önünde büyüttüğü birkaç çiçeğe baktı. Sularını verip biraz sohbet etti. Onlara yeni bir arkadaş getirdiğinden bahsetti. Özel bir arkadaş.

Sonra biraz ötede olan uçurumun kenarında yürüdü, suyun sesini ve diğer çığlıkları dinledi. Biraz da onlarla konuştu. Uzun uzun baktı derin suya. Dalgalarıyla götürdüğü ve götürmeden hapsettiği şeyleri hatırladı.

Geri döndüğünde masasının başına oturdu ve çiçeğini hazırlamaya başladı. Küçük bir saksıya hazırladığı toprağı özenle yerleştirdi. Chan'dan aldığı özel tohumların birkaçını ve nemophila tohumlarının birazını ezerek toz haline getirdi ve kendi kanıyla karıştırdı. Karışımı hazırladığı kaba gözyaşlarının düşmesini hesaba katmamıştı ancak onu rahatsız da etmedi. Özel karışımını saksıdaki toprağa aktarıp birkaç tohum daha ektikten sonra sulayarak camın dış kısmına yerleştirdi.

Şimdi o büyüyene kadar her gün Changbin'ini anlatacak ve tanımasını sağlayacaktı.

Bir aydan uzun sürdü. Her gün yeni çiçeğiyle konuşuyor, ona özenle bakıyordu. Büyüyüp çiçek açana kadar özel karışımlarla besledi onu. Minik mavi çiçekler onun sohbetine karşılık verene kadar sabretti.

Bu sırada eve hiç uğramamıştı. 38 gün boyunca Changbin'den uzak durmak, ona sarılamamak pek iyi hissettirmemişti ancak sabretmek zorundaydı. Onu daha iyi koruyabilmek, yanında olduğunu hissettirebilmek için bir süre ayrı kalması gerekiyordu. Çiçeğinin etrafındaki tüm böcekleri ve zehirli sarmaşıkları temizlemesi gerekiyordu. Onun aklını karıştıran hiçbir şey kalmayacaktı. Şimdiye kadar nasıl geldiyse bundan sonra çok daha iyi korumalıydı.

38 gün boyunca ona sarılıp, onunla konuşamasa da her gün izledi onu. Hastanede, dışarıda, evde. Ne halde olduğunu, onsuz kalınca ne kadar üzüldüğünü ve korktuğunu görüyordu. Ancak Changbin'in bu çaresizliği Jisung'un yüzüne şeytani bir gülümseme yerleştirmek dışında bir şey yapmıyordu. Çünkü Changbin'in bu çaresizliği; Jisung olmadan yapamayacağı, onsuz yaşayamayacağı ve onu bırakamayacağı anlamına geliyordu.

Vakti geldiğinde ise evine, Changbin'e, döndü.

Ona en sevdiği tatlıyı hazırladı ve içine en güzel duygularını kattı. Üzerini özel çiçeğiyle süsledi. Changbin için minik bir hediyeydi bu.

Kendisi yokken evi bazı sarmaşıklar basmıştı, iyi ve kötü sarmaşıklar. Kapılarını ve duvarlarını sarmış, Changbin'i rahatsız etmişlerdi. Bazıları kan akıtıyor bazıları ise onu kendine bağlamak için uğraşıyordu. Neredeyse çiçeğini boğacak olan sarmaşıklar, onda yara bile bırakmıştı. Boynunda dikenlerinin izi duruyordu. Üzülmek istiyordu ancak üzülemiyordu Jisung.

Changbin, hediyesini afiyetle yerken ve onu sıkı sıkı sararken bazı sarmaşıklar çözülmüş, bazı izler silinmişti bile.

Şimdi Jisung yalnızca anın tadını çıkaracak ve çiçeğini sevmekle meşgul olacaktı.

under my skin, binsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin