seoul sanat müzesi'nden içeri gireli yalnızca birkaç dakika olmuştu. ve jungkook şimdiden adımlarımın onun arkasında kalmasından şikayet edip oflayıp puflamaya başlamıştı. o fazla aceleci biriydi, bense onun tam askine oldukça yavaştım. müze'nin birinci katındaki geniş salona girdiğimizde etrafa genel bir bakış attım. açık, süt köpüğü renginde parke zemine dört yanımızı kuşatan beyaz duvarlar eşlik ediyordu. beyaz duvarlara asılı çeşitli tabloların hemen üstünde onları aydınlatacak minik beyaz ışıklar yerleştirilmişti. içerideki güvenlik görevlileri dört ayrı köşeye dağılmıştı ve bizim gibi gezinen ziyaretçileri gözlüyorlardı. jungkook ilk tablonun yanına yanaştı ve gözleriyle boynuma asılı olan fotoğraf makinemi işaret etti. kamerayı açık hale getirdiğim gibi salonun içini geniş bir açıyla fotoğraf karesine sığdırıp salondaki 9 tablonun da ayrı ayrı fotoğrafını çektim. ikimiz de sessizliğimizi koruyarak ikinci kattaki salona çıktık. bu kattaki eserleri fotoğraflamak yasak olduğu için kamerayı elimden bırakıp göğsümden aşağı sarkıtmıştım. fotoğraflamak yasak olsa da kattaki tabloların isimlerini ve ressamlarını not alıp raporumuzda sunmak zorundaydık. görev dağılımı yaptık. jungkook sağ duvardaki tabloları not alacaktı, ben de sol taraftaki tabloları. telefonumun not kısmını açıp dört tabloyu da sırasıyla inceleyip gerekli bilgileri kaydettim ve orta alana doğru yanaşmak için arkamı döndüğüm anda tıpkı benim gibi arkasını dönen jungkook'la göz göze geldim. aramızdaki birkaç metrelik boşluğa rağmen harelerimizde gizlediğimiz derinliğin hissiyatı öyle kuvvetliydi ki ensemden sırtıma doğru yayılan o ürpertiyi hissettim. bir süre çekemedik birbirimizden gözlerimizi. soluklanmak istedim ancak tuttuğum nefesim buna müsaade etmedi. orta alandan, tam önümüzden el ele geçen çift kısa bir an bakışlarımızın odağına yerleşmiş olsa da onlar önümüzden geçip gittiğinde bile olduğu gibi birbirine tutuklu kaldı gözlerimiz. elimi boynumdaki kameraya atıp sıkıca kavradım. bir şeylere tutunma ihtiyacıyla dolmuştum ve bakışlarımla ona tutunmam yetmemişti bana.
bakışlarını kaçıran jungkook oldu. burada işimizin bittiğini belli edercesine ikinci salonun çıkışına yöneldi ve merdivenlere ilerletti adımlarını. onu takip ettim. bu kez adımlarım hızlıydı. bir kez daha bana söylensin istemedim.
müzedeki işimiz bir buçuk saatin sonunda bitmişti. sessizlik içinde, bir görev bilinciyle. bizimle birlikte ziyarete gelen diğer insanların üzerinde garip bir izlenim yaratmış olmalıydık. kapıdan dışarı çıkar çıkmaz fotoğraf makinesini sırt çantama attım. yan yana yürüyorduk ancak aramızda bir metrelik boşluk vardı. sanki aylar önce birbirine çekilen genç adamlar değilmişiz gibi itiyorduk birbirimizi. acıydı ancak bunu kabulleneli çok olmuştu. müzenin yakınındaki otobüs durağına kadar yine bıçak açmadı ağzımızı. yan yana duraktaki oturaklara yerleştik. o öne doğru uzattığı bacaklarını bir sağa bir sola sallamaya başladı. ben ise hareket bile etmeden caddeden geçip giden araçları seyrettim. nereye gideceğimizi bile sormadan gelen ilk otobüse bindik. ben kütüphaneye geçecektim. onun ne yapacağını bilmiyordum. sormak istedim ancak vaz geçtim bundan. tıklım tıklım dolu otobüste arkaya doğru ilerleyemeden daracık koridorda göğüs göğüse bir şekilde kalakaldık. arkaya ilerleyin diye seslenenler oldu ancak dilediğimiz sonucu alamadık. sarı tutunma yerlerine ellerimizi geçirdik ve bulunduğumuz konumdan ötürü diken üstünde hissederek ikimiz de gözlerimizi camdan dışarı çevirdik.
kokusunu soluyordum. üzerinde birkaç çiçeğin isminin yazılı olduğu ve vücuduna ondan başkasını sürmediğini bildiğim tanıdık losyonunun kokusunu soluyordum. bana yakın olmasaydı da keşke havasız otobüsün boktan kokusunu solusaydım dedirtiyordu bana bu durum. çünkü sahiden kokusuna özlem duyduğumu bilmek işkenceden farksızdı. diğer durakta bir iki kişi indi otobüsten. ancak iki kişi de otobüse doluştu. bu yüzden zorlanarak arkaya doğru ilerlemeye çalıştık. orta alanda bir kişilik boşluk vardı fakat jungkook'un arkasındaki orta yaşlarındaki adam bir türlü önümüzden çekilmek bilmedi ve koridor iyice sıkışmış oldu. jungkook huzursuzca kıpırdandı. ne arkaya yanaşabiliyordu ne de öne. otobüs hareketlendi ve adam jungkook'a biraz daha yanaştı. dilimi yanağımın içinde bir tur gezdirerek adamın yüzüne kilitlendim. orospu çocuğunu camdan dışarı atmanın hayalini kuruyordum. jungkook'un birden irkilerek öne meyil etmesiyle elimi beline attığım gibi arasında milimlik mesafe bulunan göğüslerimizi birleştirip herifi göğsünden ittirdiğim gibi boş alana savrulmasını sağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
reckless | taekook
Fanfictionüniversitede farklı bölümler okuyan taehyung ve jungkook ortak seçmeli derslerinde bir araya gelirler. yarım kalan aşkları ise bu durumu oldukça zor bir hale getirir.