üniversitede farklı bölümler okuyan taehyung ve jungkook ortak seçmeli derslerinde bir araya gelirler. yarım kalan aşkları ise bu durumu oldukça zor bir hale getirir.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
bölüm şarkısı: the pretty reckless - make me wanna die
⭐️⭐️⭐️
hislerimi hep büyükannemle paylaşan bir çocuktum. onun ölümüne dek bu hep böyle olmuştu. bana kulak veren bir o vardı. onun varlığı avuçlarımdan kayıp gidince hislerim kafamda toz bulutu gibi patlamaya başlamış ve daima kir pas içinde kalıp beni hastalığa boğmuştu. lösemiye yakalandığımda büyükanneme söylediğimi en net hatırladığım şey şuydu. "erken öleceğim için üzülme, senin ölümünü görmeyeceğim için mutluyum." bunu duyan büyükannemin odasına kapanıp dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağladığını hiç unutmam. tanrı beni haklı çıkarmamıştı. büyükannem beni değil, ben büyükannemi gömmüştüm. keşke bu olmasaydı. şuan hayatta olsaydı yine onu üzecek şeyler söylerdim kendime dair. 'hayatta kaldım fakat yaşamayı hala öğrenemedim büyükanne.'
lösemiden kurtulduğum ve kemoterapiden dolayı dökülen saçlarımın diken diken baş verdiği sıralarda onunla ettiğimiz sohbetlerden biriydi yine. 15 yaşına yeni ayak basmıştım. o, verandasındaki gül ağaçlarını buduyordu ve ben de ağaç diplerini suluyordum. ben her zamanki gibi olabildiğine durgundum. sanki büyümüyorum da yaşlanıyorum diyivermiştim birden. üzerine düşündüğüm bir cümle değildi. büyükannem birden duraksamıştı ancak elindeki budama makasını bırakmadan işine ağır ağır devam etmişti. "büyümek ve yaşlanmak, ikisi de aynı şey tae. yaşlanmak kulağa daha sefilce geliyor olabilir ancak esasında yaş almaktan söz ediyoruz." hayır diye inkar etmiştim anında. bir an olsun düşünmemiştim. "aynı anlama gelip gelmediği umurumda değil. aynı şeyi hissettirmedikleri ortada ve bunu sen de biliyorsun."
büyükannem iç çekmişti uzun uzun. bu sabır dilenircesine yaptığı bir eylem değildi. sanki bana hak vermiş gibi hissetmiştim. hak vermemiş olsaydı eğer hoşuna gitmeyen bu çok bilmiş hallerime öfkelenir ve hatta popoma ufak bir fiske atabilirdi. yapmamıştı. fiziken büyüdüğümü ve ruhen çok yaşlandığımı en iyi o biliyordu çünkü.
tam şuan jungkook gözlerimin önünde onu görmeye alışkın olduğumun tam aksine oldukça durgun gözlerle birasını yudumlayıp kaçamak bakışlarını üzerime dikerken hissettiklerimi büyükanneme anlatabilmek için ömrümün on yılını feda etmeye hazırdım. 'büyükanne, yaşı geçkin ruhumu çiçeği burnunda bir avareye çeviren o adamın ta kendisi. ölümcül hastalıktan kurtulduğumda bile zihnimden kopup gitmeyen, erken yaşta öleceğim kaygısını yerinden söküp atan o. fiziken kanserden kurtulduğumu ancak zihnime yerleşmiş olan kanserin hep orada varlığını koruduğunu söylerdim sana. zihnimi temizleyen de işte o.'
soyoon, sesin bana zarar veriyor diye fısıldadım kendi kendime. önümde duran ikisi dolu duran shot bardaklarındaki tekilalardan birine sarıldım ve aniden tepeme diktim boğaz siken sıvıyı. yüzümü buruşturarak ufak bardağı masaya çarptığımda çapraz masadaki bakışları bir kez daha üzerimde hissettim ve bu kez doğrudan baktım gözlerine. ve gözlerine her bakışımda, diyerek en tiz notasının zirvesinde oturmuş halde suratında şeytani bir tebessümle zihnimize sızıyordu soyoon'un sesi. ölmek istememe neden oluyorsun. gözlerini kaçıran ben oldum ve son shot bardağını tuttum hızlıca. soyoon, taylor momsen'e taş çıkartırcasına söylemeye devam ediyordu şarkısını. tat beni, iç ruhumu, bilmem gereken her şeyi göster.