Sonbahar mevsimini, beraberinde getirdiği görsel şöleni seviyordum. Hele ki İstanbul'un en yeşil bölgelerindeyseniz, bu şölenin güzelliği artıyordu. Sonbahar, doğadan çok ruhun mevsimidir ve mevsimlerin olduğu gibi her ömrün de bir sonbaharı vardır. Kiminin yaşamadan yaşlandığı, kiminin yaşlanmadan yaşadığı. Temennim ise bu hissi yaşamadan yaşlanmamaktı.
Hafifçe esen rüzgâr, yüzümü yalayıp geçtiğinde anlık olarak gözlerim de kapanmıştı. Pek de soğuk olmayan hava sayesinde bu rüzgârın tadını çıkarabiliyordum.
Uzaklardan gelen bir araç sesiyle gözlerimi aralayıp uzun yolun soluna baktım, bir minibüstü. Bulunduğumuz yere doğru yaklaştığında Mamak minibüsü olduğunu anlamıştım. Yanımdaki Tayfun'u dirseğimle dürterek uyaracaktım ki gerek kalmadan oturduğu yerden ayaklandı.
Dalgalı saçlarını eliyle geriye doğru tararken bizden tarafa döndü. Elini kaldırıp, ''Görüşürüz arkadaşlar, benim minibüs geldi.'' dedi.
Kemalle beraber elimi kaldırıp sallayarak ona karşılık verdim. ''Geç kalma sakın. Akşam olmadan eve gel.'' diye tembihlediğimde gözlerini devirdi.
''Tamam, geç kalmam.'' Minibüs tam önünde durduğunda son kez bize bakıp açılan kapıdan içeriye girdi. Onun binmesiyle hızla hareket eden aracı gözden kaybolana kadar izlemiştim.
Az ötemde oturan Kemal'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde kafamı çevirip ona döndüğümde hislerim beni yanıltmamıştı. Donuk bakışları yüzümü turlarken gerildiğimi hissetmiştim.
''Neden öyle dedin?'' diye sorduğunda kaşlarım hafifçe çatıldı. Sorgucu ifadesi, sesine de yansımıştı.
Neyden bahsettiğini anlatmadığım için sorusuna soruyla karşılık verme gereksinimi duydum. ''Ne demişim?''
Uzattığı ayaklarını kendisine doğru çekip oturduğu yerde dikleşti. Kazağının içine giydiği gömleğin yakalarını düzelttikten sonra, ''Bizi, ayrıma sürükleyen kişi olduğumu söyledin.'' diyerek sorumu cevapladı.
Bilinçsizce söylediğim söze alındığı belliydi. Aslında hem doğru hem de yanlış bir şey demiştim. Sadece onun kavgası bizi ayırmamıştı. O kavgadan sonra tam anlamıyla kopmuştuk ancak öncesinde çok şey yaşanmıştı. Kimimiz sokaklara dökülmek isterken kimimiz siyasete atılmak istemişti. O kavganın sonunda da taraflar belirlenmiş, kutuplar tam anlamıyla oluşmuştu.
''Kusura bakma, bir anda çıktı ağzımdan. Benden iyi biliyorsun ki sadece senin kavgan yüzünden kopmadık biz. Fikir ayrılıklarımız olduğu için eninde sonunda onlarla ortaklığı kesecektik.'' dedim tatlı bir dille. Bana karşı bilenmesinden korkuyordum. Karşısındaki kişinin kim olduğunu umursamadan, çok çabuk kin tutan biriydi.
Gözlerinde gezinen öfkeyi görünce başarısız olduğumu anlamıştım. Nitekim kaşlarını çatarak, ''Madem böyle düşünüyorsun, neden o olayı herkesin ortasında boşu boşuna dillendiriyorsun?'' diye çıkıştığında korkumu körüklemiş oldu.
''Tamam, haklısın. Kusura bakma arkadaş. Aptallık ettim.'' Onun sinirine ortak olmak yerine sakin kalmayı tercih etmiştim. Çünkü böyle bir durumda en mantıklı hareket buydu.
''Uygar, kusura bakma demekle olmuyor bu işler.'' dedi az öncekine nazaran sakin sesiyle.
Oturduğum yerde sağa doğru kayarak ona yaklaşıp kolunu tuttuğumda bakışları anlamlandıramadığım bir hâle büründü.
''Allah aşkına Kemal, bile isteye senin gönlünü kırar mıyım? Yıllardır arkadaşımsın, tek bir an kavga etmedim seninle.''
Tek kaşını kaldırarak üstün bir ifadeyle baktı bana. ''Ciddi değildin yani?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
General FictionDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...