Sağcısıyla, solcusuyla hepimiz bir yola baş koymuştuk ve bu yolun sonu görünmüyordu. Tahminler elbette yürütülebilirdi, ileri görüşlü her insanın varabileceği kanılar elbette vardır. İleriye yönelik düşünen biri olarak hepimizin sonunu aydınlık görmüyordum. Aksi bir şekilde, karanlık bir dehlizin içine doğru yol alıyormuşuz gibi geliyordu bana.
Bu yola girdiğim için pişman mıydım?
Hayır, hem de hiç pişman değildim. Bu yola sevdiğim adamla, canımdan ayırmadığım arkadaşlarımla ve içimdeki insanlık sevgisiyle çıkmıştım. Değişen hiçbir şey yoktu. Hâlen davamın ateşiyle yanıyor, güneşi zapt edeceğimiz günün hayalleriyle gecenin kollarına bırakıyordum kendimi. Özgürlüğümüzün ucunda ölüm bile varsa, koca yüreklilikle ölümü kucaklardım. Yeter ki hayallerimizdeki Türkiye düzeni oluşsun, halkım refaha erişsin; ırklar, mezhepler, düşünceler, müzikler arasında sınıf ayrılıkları olmasın istiyordum.
Kim ne derse desin, hangi fikri savunursa savunsun bizim içimizdeki insan sevgisini yalanlayamazdı. Sevdamız hakiki ve dürüsttü. Türk'tüm ve Türklüğümle gurur duyuyordum ama bu diğer ırklara, diğer insanlara karşı duyarsız olacağım anlamına gelmiyordu. Dört köşeleri varsa o dört köşenin tamamının imanla kaplı olduğunu iddia edenlerin sırf etnik köken yüzünden vicdanlarının körelmesi bana insanlık onurunu sarsıcı bir durum olarak geliyordu.
Yoldaşlarıma bahsetmesem de sağcıların uğradığı şiddet zorbalığına da üzülüyordum aslında. Tabi bu düşüncemi onlara desem ya hain, ya da çakma solcu olarak anılırdım. Kimse bana, 'Neden sağcılara üzülüyorsun?' diye sormazdı. Türklüğün yüceltildiği, devlete nadir karşı çıkılan, ülkenin çoğunluğunun dini olan İslam'ı ilke benimseyenlerin bile devlet tarafından ezilmesi çok saçma değil miydi? Bu ülkede rahatça yaşayabilmek için ne olması gerekiyordu? Dogmatizme uymak mı? Belki, yine de yeterli değildi. Sanırım haklının değil; güçlünün yanında olmak gerekiyordu refah için.
''Uygar.''
Düşüncelerimle olan bağlantımı kesen Kemal'e döndüm. Beklentiyle yüzüme baktığını görünce birkaç saniye bana ne dediğini anlamaya çalıştım ama bir tek adımı seslendiğini algılayabilmiştim.
Bozuntuya vermeyerek, "Efendim?'' dedim.
Ela hareleri yüzümde dolandıktan sonra gözlerimde durdu ve ''Tüpü kapatayım mı?'' diye sordu.
Kafamı sallarken, ''Kapat kapat, birazdan iyice demlenir.'' dedim.
Dediğimi yapıp tüpün önünde diz çökerek gaz salan vanayı çevirerek kapattı. Bu sırada ben de çevik hareketlerle ekmeği, tabakları ve bardakları masaya yerleştirdim. Bakkala gönderdiğimiz İsmet birazdan gelirdi.
Kemal derince iç çekince bakışlarımı ona çevirdim. Mutfak tezgahına yaslanmış bir vaziyette üzgünce karşısındaki duvara bakıyordu. Öylece duvara bakarken dudaklarını araladı. ''Diplomalarımızı alamayacağız kesin. Dört yıllık emeğimiz yok olacak.'' dediğinde elimdeki son bardağı masaya yerleştirdim. Sesindeki hüzün bana da yansımıştı. Diploma alamama olasılığının telaşı değildi bu. Canımdan çok sevdiğim adamın üzgün olması beni de etkilemişti.
Elimi yakmamak adına bez eşliğinde tüpün üzerindeki çaydanlığı alırken, ''Sıkma canını Kemal.'' dedim. Çaydanlığı masanın üzerindeki küçük tahtaya, bezi de masanın üzerine koydum. ''Devrim yapacağız oğlum. Diploma da neymiş?'' dedim gülümseyerek.
''Ne güzel söyledin Uygar'ım. Devrim diyen ağzını yerim.'' deyip elini saçıma daldırıp tutamlarımı karıştırdı. Geri çekilip saçlarımı dağıtmasını engellemeye çalışırken içimden keşke yesen diye geçirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
Ficción GeneralDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...