Dışarıya adım atar atmaz İstanbul soğuğu bedenime hücum ederken bunu görmezden gelip temiz havayı derince koklayarak içime çektim. Yeni yeni ağaran günün muazzam görüntüsü yaratıcının en iyi tablolarından biri olabilirdi. Neyse ki gökyüzü henüz hiçbir cüzdana sığmıyor, hiçbir ideolojiye göre şekillenmiyordu. Bu sayede özgürlüğün tadını az da olsa çıkarabiliyorduk.
Özgürlük, insanın doğasına öz ve en vazgeçilmez duygularından biriydi. Düşüncelere kelepçe takmak özgürlüğü ruhen yok etmektir ve bizim ruhumuzu yok etmeye çalışıyorlardı. Başarı konusunda asla olumlu sonuç alamayacaklardı. Çünkü bizim yenilmemizi, pes etmemizi istiyorlarsa öldürmeleri gerekir. Türlü işkenceleri, şiddetleri, kısıtlamaları bizi durdurmaya yetecek güce sahip değildi.
Daha fazla olduğum yerde durup bu anın tadını çıkarmayı düşünürken ne yazık ki arkadaşlarım benimle aynı fikre sahip olmadığı için hızla yürümeye başladılar. Yola koyulduklarında onlarla beraber yürümeye başladım, nezarethaneden kurtulmanın mutluluğuyla.
Bizim gruptan Yılmaz'ın ve sağcı grubundan Alpay'ın durumu epey kötü olduğu için arkadaşlarından destek alarak yürüyorlardı. Yılmaz'ın tarumar hâlini görünce içim burkulmuştu. Bir yanım kendimi suçlarken, diğer yanımın Kemal'i böyle görmek istemediğimden emindi.
Emniyet müdürlüğü binasından ayrılınca sağcılara kısa bir bakış atıp önüme döndüm ve arkadaşlarıma ayak uydurarak sola doğru saptım, onlar ise sağdaki sokaktan gitmeyi tercih ettiler. İçlerindeki kavga ateşini hissetmiştim ama onlar da bizim gibi tekrardan o pis yere düşmek istemiyordu.
İlk girdiğimiz sokakta üniformalı polislere denk gelince bakışlarımı başka yere çevirdim. Şu anda tek bir polis dahi görmeye katlanamazdım.
Arkadaşlarım da benim kadar kinli olduğu için hepsi, itinayla bakışlarını polislerden uzak tutuyordu. Gerçi onların da bizle ilgilendiği söylenemezdi. Büyük ihtimalle sabahın köründe uyanıp sıcak yataklarından kalktıkları için lanetler ediyorlardır.
Henüz sabahın erken saatleri olduğu için birkaç kişinin bulunduğu sokağa girdiğimizde hepsinin gözü bize dönmüştü. Dün tuvalet iznine çıkardıklarında aynadan kendime öylesine bir baktığımda yüzümün mahvolduğunu görmüştüm. Pek de tekin durduğumuz söylenemezdi. Hâliyle garipseyen ve meraklı bakışlar atmaları oldukça normaldi.
Sokakları aşarken aksayan Yılmaz'a uyum sağlayarak, yavaş yavaş yürüyorduk. Hava çok soğuktu ama iki gündür maruz kaldığım bir durumdu, biraz daha maruz kalsam bir şey kaybetmezdim. Bana bir şey olmayacağını biliyordum ama kesinlikle Kemal hastalanacaktı. Soğuğa karşı dayanıklı değildi ve hastalandı mı zor kurtulurdu.
''Bizim eve gidelim mi?'' diye sordu Nihat, hepimize hitaben.
Ayşe ağzını şaklatarak, ''Tch.'' sesi çıkardı. ''Babamın, beni yüzde birlik öldürmeme ihtimali varken bu ihtimali de harcamak istemiyorum. Eve geçeceğim direkt.'' Acınası olan bu duruma hafifçe gülümsedim. Herkes babaları tarafından şanslı değildi, biliyordum. Tanrıya binlerce kez şükürler olsun ki ben babam konusunda çok şanslıydım. Hem dünya görüşümüz hemen hemen aynıydı hem de sorumlulukları konusunda bilinçli bir babaydı.
''Biz de bizim eve geçeriz. Herkes dinlendikten sonra yarın toplanıp uzun uzadıya konuşuruz.'' dedi Kemal. Bir yandan da işaret parmağını ikimizin üzerinde gezdirmişti.
Nihat sadece kafasını sallamakla yetindi.
Ben sesimi çıkarmamıştım çünkü ucunda dinlenmek ve yemek varsa hangi eve gideceğimiz hiç fark etmiyordu.
Murat, ''Bizim ev çok uzak ve Yılmaz'ı oraya kadar taşıyamayız.'' diyerek onların evine gitmeyi kabul ettiğinde Nihat tekrardan kafasını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
Ficción GeneralDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...