Dostluk, karanlığa aydınlığı tanıtan ay gibidir. Zor zamanlarda varlığını en çok hissettiren dayanaktır. Üç buçuk milyarlık dünya nüfusunda bana en çok çağrı yapan birçok kişiyle arkadaşlık kurmuş, en sevdiklerimle dost olmuştum. O insanları, verdikleri güveni ve samimiyetlerini seviyordum. Onların sıkıntısını ben de dert edinirdim. Şu anda olduğu gibi.
Oturduğumuz masada bulunan birçok kişi kara kara düşünürken sigarasını tüttürdüğü için havayı sigara dumanı ve kokusu sarmıştı. Artık midemi bulandırmaya başlayan koku yüzünden masayı terk etmek istiyordum. Fakat acil durum olduğu için herkesin bulunması gerekiyordu. Tayfun'un düştüğü durum hepimizi ilgilendiriyordu. Bu duruma kafa yormalı ve dostumuzun kurtuluşu için bir çözüm bulmalıydık.
Aramız limoni olsa dahi zor zamanlarda sıkı sıkıya tutunan, önceliklerimizin ve birliğimizdeki kuvvetin farkında olan bir kesimdik.
Geçen vakitleri hesap etmek için bir elimi diğer bileğime götürüp gömleğimin kolunu sıyırdım ve saate baktım. İkinci dersi de kaçırmıştık ama pek umurumda olduğu söylenemezdi. En kötü sınıf arkadaşlarımız bizim yerimize imza atardı.
''Şimdi bekçi seni görmüş mü?'' diye sordu Çiya.
İsminin Kürtçe oluşundan dolayı sürekli başı belaya giriyordu. Kimlik kontrolünden geçerken, herhangi bir yere kaydolurken hep engellere takılıyordu. Saçmalığın daniskasıydı bu. İsim, insanın kişiliğinin göstergesi değil; kim olduğunu belirten bir kelimedir. Ne yazık ki insanımız kayırmayı, ayrıştırmayı çok seviyordu.
''Evet dedim ya arkadaş!'' diye çıkıştı Tayfun. Bu soru ona defalarca yönetildiği için ve okuldan atılmakla karşı karşıya kaldığı için sinirleri hâliyle gergindi.
''Tamam heval (arkadaş), tamam. Ne kızıyorsun?''
''Arkadaş, adamın canı burnunda. Boş ver.'' diyerek araya girdi Hamza.
Çiya, kafasını sallayıp önündeki çay bardağına yöneldi. Bir yandan sigarasını tüttürürken diğer yandan çayını içiyordu.
''Yahu arkadaş, benim kafam basmıyor! Bekçi yoktu etrafta. Kim, nasıl görmüş olabilir ki?'' diye sordu Tayfun. Sesi fazlasıyla yüksek çıkmıştı.
''Seni ispiyonlayanın bekçi olmadığını mı düşünüyorsun?'' diye sordu Kemal. Bir şey düşünüyor gibiydi.
Kafasını salladı Tayfun. ''Aynen öyle. Her tarafı dolaştık, bir tane bile bekçi yoktu. Adamların gizlenecek hâli yok ya, eğer bizi görselerdi enselerlerdi. Bu pezevenk okuldan atmak için bahane arıyordu, buldu fırsatını.'' Sıkıntıyla oflayıp, ''Bu okul benim hayalimdi.'' diye mırıldandı. Koskoca kantinde ondan başka konuşan olmadığı için herkes duymuştu.
Bir keresinde buraya gelme hikâyesini anlatmıştı. Üniversite sınavına girdiği ilk sene hiçbir yeri kazanamamış, ikinci sene büyük bir hırsla girip ODTÜ'yü kazanmıştı. Emektar annesinin kıyıda köşede biriktirdiği paralarla ve bozdurduğu altınlarla memleketi Diyarbakır'dan, okumak için Ankara'ya gelmişti. Tırnaklarıyla kazıya kazıya, sonuna kadar hak ederek girmişti bu okula. Şimdi ise bu hakkı elinden alınıyordu.
''Peki arkadaş, itiraz etmedin mi hiç?'' diye sordu Hamza.
Kafasını eğip ellerindeki parmaklarla oynarken, ''Etmez miyim? Ettim, neler söyledim de kurula zorla onaylattı.'' dedi.
''Rektörü boğazlamadığı kalmıştı. Zor tuttuk Tayfun'u. Ama haklıydı, hakaretler ede ede sildi kaydını.'' dedi Yılmaz. Mahvolmuş yüzünü görmek benim için bir işkence gibiydi. Bakışları her bana değdiğinde haberi olmadan bencilliğimi yüzüme vuruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
Ficțiune generalăDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...