Bizim kesimin vaktini geçirdiği, tartıştığı ve planlarını yaptığı yemekhaneye girdiğimde yoğun sigara kokusu karşılamıştı beni. Bu koku alışkanlık yaratsa da yüzümü buruşturarak kapının önünde dikilirken gözlerimle arkadaşlarımı aradım. Kısa sürede onları gördüğümde hızlı adımlarla yanlarına doğru yürümeye başladım. Masaların yanından geçerken kulak misafiri olduğum sosyalist tartışmalar bazen sinirimi bozmuyor değildi. Devrimi din ile sentezleyen aptallar bile vardı ama benim açımdan kulak misafiri olduğum hiçbir şeyle devrimin alakası yoktu. Neyse ki biz, arkadaş grubu olarak bunların saçmalıklarının hiçbirine alet olmamıştık. Kendi yolumuzu çizip o yolda ilerliyorduk.
Yanlarına ulaşmama birkaç adım mesafesi kala beni fark eden arkadaşlarım ellerini kaldırarak selam verdiler.
''Selam millet.'' diyerek boş sandalyelerden birine oturdum. Onlar da aynı şekilde bana karşılık verirken ince hırkamı çıkarıp sandalyeye astım.
Kavgada ve nezarethanede aldığımız darbeler sonucunda hepimizin suratında yaralar oluşmuştu. Ayşe, aramızdaki en sağlam kişi olsa da yüzündeki kızarıklıklar geçmemişti. Onun haricindeki herkesin yüzünde morluklar ve şişlikler bulunuyordu.
''Kemal gelmedi mi?'' diye sordu Tayfun.
Kemal'in gece boyunca sızlanması, dinmeyen ateşi aklıma geldiğinde gülmeyen yüzüm asılmıştı. Nezarethane soğuğuna hazırlıksız yakalanan kişi ben olsam da Kemal, zayıf bağışıklığının kurbanı olarak hastalanmıştı. Grip gibi basit hastalığa kapılsa bile hastalıkları ağır atlattığı için çok kötü olmuştu ve sabah olduğunda döşeğinden kalkamayacak duruma gelmişti. Bu yüzden ona kahvaltı hazırlayıp hızlıca evden çıkmıştım. Eğer hazırlandığımı görseydi o da gelmek isteyecekti. Keçiden hallice inadını en iyi ben bilirdim.
Kafamı aşağı yukarı sallayarak, ''Yok, gelmedi. Nezarethanede soğuk kapmış herhalde, hastalandı.'' dedim.
''Geçmiş olsun dileklerimizi iletirsin. İsmet ya da sen, biriniz ona masadaki konuşmaları özet geçer.'' dedi Hamza.
İsmetle beraber kafamızı salladık.
Bir elimi masaya koyarak, ''Ayşe, sizin evde olay çıktı mı?'' diye sordum merakla. Babası beni bile korkutuyordu. Oldukça sert ve aksi biriydi. Ömrüm boyunca babamla geçen her anımda en az bir kere gülümsüyordum. Bundan ötürü deneyimli olmadığım olayları şaşkınlıkla dinliyor, bazen de bu olaylara denk gelip seyrediyordum.
''Dün, bizim evdeki olay Yeşilçam filmlerini aratmadı. Babam her konuştuğunda yerin dibine batmak istedim. Hatta bir ara o kadar sinirlendi ki beni okuldan almayı bile düşündü. Ama çok şükür annem onu sakinleştirebildi.'' Hızlı hızlı, heyecanla anlatmıştı.
''Bir şey olmaz ya. Baba sonuçta, endişesini farklı yansıtıyor. Ama emin ol, içi gidiyordur sana.'' dedim babasına karşı bilenmemesi adına. Babasını ne kadar çok sevdiğini biliyordum ve anlık sinirlerle kin tutmasını hiç istemiyordum.
''Dövmediğine sevin sen.'' Az önceki cümlelerime tezat oluşturan İbrahim'e göz devirmekle yetindim sadece. Ayşe ise tebessüm ederek omuz silkti.
Tayfun gülerek, ''Arkadaş, babanın dayakları çok mu oturdu içine?'' diye sordu.
''He vallahi, içime oturdu. Bazen rüyalarıma bile giriyor, unutamıyorum. Rahmetli çok deliydi be, kafası attı mı bir güzel döverdi. Dayakları da sağlamdır he!"
Masadaki herkes İbrahim'e gülerken o, dertli dertli iç çekti. İzahı olmayan bir durumdu ama mizahı oluyordu. Ve genelde böyle şeyler daha komik geliyordu, nedenini hiç bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
Fiction généraleDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...