Sevgi, tarif edilemez bir duyguydu. Betimlemelerle ve örneklerle bir yere kadar anlatılabilirdi ama asla kişinin içindeki sevginin tamamını doğru dürüst yansıtılamazdı. Tanımlayamadığım sevgiyi şu anda bana fazlasıyla hissettiren şey, Kemal'in gülüşüydü. Öyle güzel gülüyordu ki sevmemek elde değildi.
Kafamı yasladığım masanın üzerine oturan Kemal'in, Hamza'yla sohbet ederken gerinen dudaklarından gözümü alamıyordum. Fazlasıyla göz alıcı mütebessim çehresini seyrederken kalbim, kan pompalamaya devam ettiğini bas bas bağırıyordu. Bana değmeyen bakışları sayesinde bu manzaranın tadını çıkararak uzunca seyrediyordum. Yüreğimin derinliklerine işliyor, sevgimin harlanmasına sebep oluyordu.
Aslında sabah kahvaltı yapmadan önce Vatan gazetesinden okuduğum ve kahvaltı sırasında TRT radyosundan duyduğum irtica haberleri yüzünden kendimi kötü hissediyordum. Ancak benim aksime etkilenmeyen arkadaşlarım için bunu dışa yansıtmıyordum.
Gazetelere konu olan Tayfun'un ihracı hakkındaki üzüntümün temelinde ailesinin bu haberi görecek olması yatıyordu. Süleyman Demirel'in okulumuzdaki Devrim yazısı hakkındaki konuşması, biz solcu öğrencilere yönelik ithamları üzmekten ziyade sinirlendirmişti. Militan, terörist damgası yemek bir yurtsever için oldukça ağırdı. Ben terörist değildim ki... Ben sadece tam bağımsız, burjuvaziden ve sınıf bilinçli kavramlardan uzak bir Türkiye isteyen, bu doğrultuda hiç sönmeyen bir devrim ateşi yakılmasına iane eden bir gençtim. Onlar ise manda ve himaye sevdalısı, istikbâli oyuncak sanan halk düşmanlarıydı.
Koca sınıf gürültüyü kesip sessizliğe gömüldüğünde merakla başımı kaldırarak sınıfa baktım. Sınıftan içeriye giren Medeni Hukuk dersinin hocasını görünce oturduğum yerde dikleştiğim sırada herkes yerine geçiyordu. Kemal de yanımdaki yerini alırken masanın altındaki göze koyduğum ajandamı çıkardım.
Direkt olarak derse giriş yapan hocayla gözlerimi devirerek ajandamın kapağına sabitlediğim kalemimi elime alıp kapağını araladım. Evrak çantasından tebeşir alıp kara tahtaya yöneldiğinde bakışlarım anbean hocayı takip ediyordu.
''Edebiyat bölümünden Nevzat da bizimle gelmek istiyormuş.'' diye fısıldayan sesle kafamı yana çevirdim. Kemal ile neredeyse burun buruna gelince kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Bu yakınlık hasebiyle kendimi toparlamam birkaç saniyemi aldıktan sonra ağzımı aralayıp kelam edebildim.
''Geliyorsa gelsin, bana fark etmez.''
Hocaya saniyelik bir bakış atarak dikkat çekmediğimizden emin olup ela gözlerini tekrardan bana çevirdi. ''İyi misin?''
''İyiyim.'' dediğimde gözlerini kısarak suratımı inceledi.
''Emin misin?'' diye sordu tek kaşını kaldırarak.
''Evet, eminim.'' deyip önüme döndüm ve hocanın tahtaya yazdığı şeyleri defterime geçirmeye başladım. Bakışlarını bir süre üzerimde hissetsem de ondan tarafa dönmedim.
Haftaya olacağımız sınavlardan ötürü ders boyunca pür dikkat hocayı dinlemiş, söylediklerini ve yazdıklarını not almıştım. Aynısını Kemal için söyleyemezdim. Zira ders boyunca oturduğu yerde kıpraşmış, hemen önümüzde oturan Hamza ile fısıldaşarak sohbet etmişti. Arada dersi dinlediği vakitler olmuştu ancak görüş alanıma giren yüz ifadesinden ne kadar hoşnutsuz olduğu belliydi. Büyük ihtimalle hocanın dikkatini çektiği zamanlarda dinliyor, ardından da konuşmasına kaldığı yerden devam ediyordu.
''Ders bitmiştir arkadaşlar. Suali olan varsa alabilirim.'' diye konuşurken çantasının ağzını kapatan hocaya döndüm.
Ön sıralardan bir kişi elini kaldırdı. Hoca onu görür görmez, ''Ah, buyur evladım.'' dediğinde elini kaldıran kişi ayağa kalktı. Kim olduğunu o zaman anlamıştım; Erkan'dı. Sıkı bir Atatürkçü'ydü ve geleceğini epey parlak görüyordum. Siyasetten uzak kalarak, sosyal yaşantısında Kemalizm'i savunuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sen Yakınsın Uzakta Kalınca [manxman]
General FictionDevrimin en gürültülü ayak sesleri, sıra neferidir 68 kuşağı. İç ve dış siyaset kazanının kaynadığı, kutuplaşmaların hat safhasının yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde sol fraksiyonlarda bulunan Kemal ve Uygar, derin bir aşkın pençesindeyken bu duruma...