🌊
"Ona sorsan ben yokum, ama bende biri vardı."•••
Taehyung'tan;
Islattığım dudaklarım havaya birkaç kuru hırıltı bırakırken gözlerimi açmaya çalışıyordum. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu. Açık pencereden doğmaya başlayan güneşle yüzümü buruşturdum. Yeni güne başlama gücünü içimde bulamıyordum. Koyu turuncu renk cümbüşü gözlerimi hafif kısmama neden olurken yüzümü avuçlarımın arasına aldım. İstemiyordum güne başlamak filan. Sessiz sakin başlangıçlar rahatlattığı gibi ruhumu da boğuyordu. Yalnızlık öyle korkunçtu ki, köşe bucak kaçmayı arzuluyordum. Ama kimse kucak açıp da çekip çıkarmıyordu. Öylece kaçtığım yere geri dönüyordum bende haliyle.
Tül perde hafif esintiden dalgalanırken odanın fazla soğuduğunu farketsem de kapatmadım camı. Açık kalması gerekiyordu aklımca. Açık krem odayı kaplayan ayaz vakti serinliği sanki içeriyi boğan gri düşünce bulutlarımı alıp götürüyormuşçasına işleyen her saniye rahatlatıyordu odanın atmosferini, benim beynimi, zihnimi ve geride kalan tüm kayboluşlarımı...
Odanın içindeki her mobilyanın beyaz oluşu ve yapay da olsa sarmaşıkların yalnız bırakmadığı yatak başlığım ledlerle de bezeliydi. O kadar çok ışık kaynağı vardı ki başucumda. Yanımdaki ufak komodinde, ufak masamın yanındaki büyük abajurda ve tavandaki büyük, asla anlamadığım şekle sahip lambada... Hep beni ayndınlığa bağlayan bir ışık hüzmesi vardı.
Deli miydim neydim de bu kadar lamba almıştım sanki? Susmuyordu ya lanet kafam. Ağzını kapatamıyordu karanlıkta. Aksine daha çok konuşuyor; gecelerimi hep uykusuzluğa mahkum ediyordu. Yoksa bende bilirdim uyumayı. Hemde öyle derin uyurdum ki kimse ulaşamazdı, tabi çok öncedendi bunlar.
Şimdi canımı daha çok yakan şeyler vardı. Mesela 'ne zaman dönsem boş olan yatağımın sağ yanı' gibi.
Çok değil iki ay kadar önce bu beyaz yastığın üstünde bakmaktan gecelerce gözümü kırpamadığım, olur da bir gün ayrılırsak her noktasını aklıma kazıyayım diye yanıp tutuştuğum birinin güzel yüzü uyurdu.
O uyudukça ben daha çok tutulurdum ona. Zarafetle kapanmış iri gözleri, ciddiyeti takınmış ifadesi ve kırmızının sadece ona has tonundaki dudaklarıyla öyle güzel uyurdu ki; tanrı şahidim milyonlarca kez ölüp ölüp dirilirdi ona yenilen benliğim. Şu dünyevi hayatımda hiç bir ölümlüye değişmeyeceğim zaafımdı o benim. Benim Jungkookum'du. Aşkımdı.
Aşkım'dı.
İnanır mısınız aşkın hep deli saçması bir gençlik hurafesi olduğuna inanırdım. Ama onu tadınca, öylece elini kolunu sallayarak hayatıma giren ve tam da hayatımın merkezi olan bu kişiden kopamadığımı anlayınca dedim ki 'siktir, galiba aşk bu!'
Böylesine kontrol edilemeyecek kadar korkunç ama bir o kadar da narkoz gibi tatlı bir uyuşuklukla etkisi altına alıyor beni, alıyor ve hiç bırakmayacakmışçasına sarıp sarmalıyor. Ve ben ne büyüsüne kapıldığımı fark ediyorum ne de bu zamana kadar farketmeden geldiğim yolu geri dönebiliyorum. Bana labirent olmuş gözlerinde kalbimi kaybedip duruyorum sadece.
Bunca şey olduktan sonra emin olduğum birkaç şey vardı. İlki; Jeon gerçekten aşıktı bana. Bakışları, dokunuşları, dudağından kopup bana ulaşan her kelimesi gerçekti. Çünkü aşk her zaman bariz şekilde ortaya çıkar. Hemde hiç bir eylem onu gizleyecek güce ulaşamadan oluverir bu.
İkincisi; ben ona sandığımdan daha fazla kapılmıştım. Benim ilk aşkımdı. Gerçekten de belli bir kesimin büyük şans olarak nitelendirebileceği şekilde ilk aşkımla evlenmiştim. Başka kimse sığamamışken zayıf kalbime, o bir anda tümünün sahibi oluvermişti. Tüm güzel anılarımın özene bezene kucakladığı tek kişiydi. Jeonlayken anlaşılmaya ihtiyacım yoktu benim. İçimde dönüp duran, inatla hep başa saran tüm fırtınaları gözlerimden anlar ve tek tek güneş açtırırdı o ağır koyu bulutlara. Kelimeler böyle şeyler için harcanmazdı. Çok daha kıymetliydiler. Yara aldığımız anların iltihabını dışarıya akıtabilmek için değil de birbirimiz için sırtlandığımız tüm güzellikleri aşkımıza yansıtabilmek için varlardı; yaşadığımız yerin aşkımızı kabul edemeyişi içimize işlerken birbirimizi bu derin acının keskin dikenlerinden korumak için varlardı; sırf onu sevdim diye hayallerimin bir çırpıda nasıl ellerimden kayıp gittiğini öğrenip üzülmesin diye paravan olmak için varlardı ve şimdi geçmişte olan her şey bir hiçliğe büründü. Biz ayrıldık, tüm uğraşlar birer birer toz oldu, havaya karıştı. Ben ayrı kıyıda ağrıdan kıvranmaya mahkumdum, o ayrı kıyıda...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝘍𝘰𝘳 𝘺𝘰𝘶, 𝘭𝘢𝘷𝘪𝘯𝘪𝘢 | Taekook
Fanfiction"Çünkü... Bilirsiniz bayım, yaralar iyileşmeye mahkumdur."