AA - Xll

314 17 2
                                    

"Buse, beni hiçbir zaman sevmeyecek. Artık, gerçekten yazmayacağım. Kim olduğumu da bilmeyecek. Eğer öğrenirse nefret eder benden. Lütfen... Ona asla söyleme. Olur mu?" Kafasını omzuma yaslamış karşıdaki televizyon ekranından ikimizin yansımasına bakan arkadaşımı teselli etmeye çalışıyordum. Onu böyle görmeye hiç alışık değildim, hepsi abim yüzündendi. Derin bir iç çektiğim sırada elindeki peçeteyi yere fırlattı, yeni bir peçete uzattım. Elimden alıp burnunu hımkırdığında yüzümü buruşturdum.

"Güneş, bir insanı kendine zorla âşık edemezsin biliyorsun ki. Eğer böyle bir büyü olsaydı sana mutlaka yapardım, emin ol." Bir süre sustu, yarım saatin sonunda ağlaması iç çekişlere dönüştü ve tamamen sustu.

"Buse, eğer sen abime âşık olsaydın ve benim durumumu yaşıyor olsaydın ne yapardın?" Sorusuyla yutkundum.

"Ben... Vazgeçerdim." Dudaklarımdan dökülen kelimeyi birden söylemiştim, söylememeliydim. "Hayır, yani vazgeçmezdim. Vazgeçme sakın!" Kırıldıktan sonra ne önemi kalırdı? Aynısı olmazdı. Bir kere kırmıştı, bir daha toplayabilir miydi emin değildim. Belki de zamansız bir zamanda söylemiştim bu cümleyi. "Geçer, bu da geçer. Ben her zaman yanındayım, bunu asla unutma."

Bir süre sonra Güneş artık gitmişti. Odama abim girdiğinde gözlerini benden kaçırdı. "Sen tam bir aptalsın, biliyorsun değil mi? Ne dedin kıza ben odada yokken?" Hesap sorma sırası bendeydi.

...

Güneş'in anlatımından:

Her istediğimiz olsaydı üzüntünün bir anlamı kalmazdı; eğer olmasaydı her istediğimiz şey, mutluluğun bir anlamı kalmazdı hiçbir zaman. Sabretmek gerekirdi, zaman gerekirdi her şey için değil mi? Ama beklerken kırılıyorduk en çok, zamana kırılıyorduk; kendimize kırılıyorduk.

O benim kalbimin bir parçasıydı, benliğimden bir parça kırılmıştı ona karşı. Toplamaya bile tenezzül etmediği parçaları ben topluyordum şimdi ellerimi kanatarak, kalbime batıyordu sanki o kırklar. Derin yaralar açıyordu, yıllardır bir çiziktiler. Şimdi daha da derinleşmişti.

Attığım her adımda bir düşünce vardı, merdivenleri teker teker çıkmaya başladım ağır adımlarla. Cebimden anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım sakince. Kulağıma gelen televizyondaki Müge Anlı sesinden babamın evde olmadığını anladım, sevmezdi. Eğer olsaydı maç izlerdi, tam bir fanatikti. Galatasaray'ı tutuyordu, gerçi ailedeki herkes onu tutuyordu. Annem Beşiktaş'lıydı ama babam onu da Galatasaray'lı yapmıştı. Ayakkabılarımı çıkartıp anahtarımı astım ve kapıyı kapattım. İçeri girdiğimde babam da evdeydi. Sırf annem seviyor diye katlanıp izlemesi bile onu ne kadar sevdiğini gösteriyordu. Adamın dibi ya, canım babam benim. Keşke herkes senin gibi düşünceli olsa...

Adımlarımı salona yönlendirdiğimde çıkardığım seslerden ikisinin de bakışları bana döndü. "Hoşgeldin kızım," dedi annem. Babam ise gülümseyip biraz koltukta kaydı. Dudaklarıma hafif bir gülümseme kondurup yanına ilerledim ve ortalarına oturdum. Kafamı babamın omzuna yaslayıp annemin elini tuttum. Babam sırtımı ovaladı.

"Evladım, neden asık bu gül yüzün?" Babamın sorduğu soruya nasıl cevap verebilirdim ki?

"Sahilde bir tane çocuk gördüm, mendil satıyordu. Daha çok küçüktü de ona duygulandım ben." Babam anlamasa bile annem yalan söylediğimi şıp diye anlardı. Babam elini kafama koyup saçlarımı sevdiğinde gözlerim kapandı. Uyuyasım gelmişti.

"Duygusal, yürekli kızım benim." Alnıma dudaklarını bastırınca ağlama isteğim ağır basmıştı tekrar. "Ben odamdayım." Annemin ve babamın yanağından öpüp yanlarından ayrıldım ve odama gittim. Telefonumu sessize alıp duşa girdim. Uzun bir duştan sonra kendimi yorgun hissettiğimi fark ettim, direkt olarak yatağa uzandım. Sadece gözlerimi dinlendirecektim...

Abimin Arkadaşı  •Yarı Texting• Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin