Koşuyordum. Son hızda koşuyordum. Arkaya savrulan kısacık saçlarım ve çantam, bağcığı bağlanmamış ayakkabım ve önümden geçen rastgele insanlar... Yine gecikmiştim. Üstelik bu hafta yedi kez geç gitmiştim. Tutanak tutulması an meselesiydi. Soluklanmak için durdum ve ellerimi dizlerime dayayıp öne doğru hafiften eğildim. Dudaklarımın arasındaki ekmeği dişlerimin ardına iterken karşımda beliren motosiklet ve başını bana çeviren kişi ile bakıştıktan sonra kaskını çıkardı ve;
- Aylak aylak durma da atla.
- Gerek yok kendim gidebilirim.
- Evet evet öyle. Saat 07:15 ve sen yetişirim diyorsun. 2 saatlik yolu koşarak asla tamamlayamazsın.
- Eh, çok ısrar ettin. Geleyim bari.
Motosikletin arka koltuğuna yerleşip başıma kaskı geçirdiğim gibi gaza basıp beni uçurması bir oldu. On beş yirmi dakika içinde okulun önünde durduk. Motordan inip kaskı çıkardıktan sonra oda kaskını çıkardı ve önüne koyup gözlerime baktı. Bir çocuk gibi takdir edilmeyi bekliyordu. Sanki ne yaptıysa...
- Teşekkürler sevgili şoför bey.
- Böyle mi söylenir ya...
- İdare et.
- Cidden duygusuzsun.
Dedi ve pis pis sırıtıp uzaklaştı. Ders 15 dakika önce başlamıştı ve pek sevgili bilişim hocamız ile ilk dersimizi paylaşıyorduk. Kesinlikle geç kalmam onu rahatsız etmiyor. (!)
Sınıfın önüne geldiğimde elimi kaldırdım ve yutkunarak zaten açık olan kapıyı tıklattım. Başımı içeri doğru uzatarak mahcup bir ifadeyle girmek için izin istedim ve cevap beklemeden yerime oturdum.
- Girebilirsiniz...
Cinaslı bir biçimde söylediği cümleye ufak bir tebessümle karşılık vererek tabletimi çıkarıp masama koydum.
- Söz veriyorum bayan Alyvy, bir daha geç kalmayacağım.
- Umarım öyle olur. Çünkü çizgiyi aşmak üzeresin.
Der demez sanki bu diyalog hiç gerçekleşmemiş gibi derse devam etti. Bu sırada sağ tarafımda bana monotom bir bakış atan Berry'yi gördüm ve gözünün içine bakarak omuz silktim. Tamamen ruhumu daraltan dersimiz bittikten sonra Berry yanıma gelip tabletimi aldı ve yanıma oturdu.
- Ee bu sefer alarmına n'oldu?
Diyerek tableti kurcalamaya başladı.
- A-
- Kedin yedi...
- Aslında hayır bu sefer Olga değildi. Alarmı duymamışım. Ama yolda gelirken Ethan'a rastladım ve beni o getirdi.
- Ethan ha?
- Evet.
Tableti elinden alıp ders anlatım föylerine girdim ve 20. föyü açıp kod diziliminin düzenlenişini inceledim. Gerçekten kendi kodlarımım hata ile dolu olduğunu farkettim. Bu şekilde asla bir yazılımcı olamazdım. Gözlerimi Berry'ye çevirdim ve ne yaptığını merakla izledim. O muhteşem sevgilisi ile konuşuyordu. Öyle birini nasıl bulmuştu bilmiyorum. Ama o cidden şanslı bir kızdı.
- Ne yapacağım bilmiyorum...
- Ne oldu? Bir sorun mu var?
- Valerio'nun doğum günü yaklaşıyor ancak ne almam gerketiğine henüz karar veremedim.
- Dert ettiğin şeye bak. Süslü bir bikini al.
Sorgulayıcı bakışlar ile beni öldürüldükten sonra ciddiyetimi topladım.
- Saat alabilirsin mesela.
Gözlerini fal taşı gibi açtı ve başını salladı.
- İyi fikir bak! Bazen işe yarıyorsun.
- Bak sen.
Derslere girip çıkıp durduktan sonra tıpkı ahırdan kaçan domuz sürüsünü andıran görüntümüz ile okuldan çıktık. Berry her zamanki gibi Valerio ile nostalji filmini andıran yürüyüşlerini çevremizdekilere sunarken ben Şendul Şaban yürüyüşü ile çantamı omzumda tutmaya çalışıyordum. Kütüphaneye gidip almam gereken kitaplar olduğu aklıma geldiği gibi yönümü ters tarafa çevirdim ve metroya doğru ilerledim. Gariptir ki metro yolunda kimse yoktu ve etraf karanlıktı. Yağmur yağacağını düşündüğümden çantamdan şemsiyemi çıkarıp açtım. Şemsiyemin kumaşına değen yağmur damlalarının sesi ile karşımda gördüğüm yoğun kırmızı sıvı, rengini kırmızıya kaptırmış sarı saçlar ve bana doğru bakan biri dışarıda diğeri yerinde duran iki çift göz.
Midemin bulandığını sanmıştım ancak yanılmışım. Ne bulantım vardı ne de korkum. Cesedin yanına gidip dışarıya fırlamış gözü elime aldım. Yerini kırmızı ile paylaşan mavi gözler... "Acaba diğeride bu kadar cömert midir?" diye düşünüp eğildim ve diğer göze baktım. O tamamen kırmızıya vermişti yerini. Elimdeki gözü çantamın fermuarını açıp içine koydum ve elimi şemsiyenin dışına tuttum. Düşen yağmur damlaları elimdeki kanı ve toprağı temizlerken gözüm etrafta geziniyordu. Birden yağmurun sesi kesildi. Ne olduğunu anlamadan elimde hissettiğim yağmur yok oldu. Yağmur hiçbir zaman yağmamıştı. Elimdeki kan ve çamur hala duruyordu. Diğer gözü anahtarımla çıkarıp cesedin ağzını açtım ve içine koydum. Birkaç kez çenesini açıp kapadıktan sonra elimi öylece cebime tıktım ve yoluma devam ettim. Telefonumun tuhaf titreşimleri ile ekranı açtım. Ancak gördüğüm şey beni şaşırtmıştı. Cesedin resmi telefonumdaydı. Ensemde hissettiğim ağrı başımı feci derecede döndürmüştü. Gözlerimin kararması ile adımlarımı hızlandırdım. Başım ağrıyordu ve dönüyordu. Sendeleyerek yürürken karşımda duran mezarlıktan geçenler ilgimi çekti. Kapıdan içeri girdiğim an önümdeki tanımadığım kadın ile Ethan bana çevirdiler gözlerini.
- İyi misin sen?