1 - Salgın

17 1 0
                                    

Yazarın anlatımıyla...

Her ülkenin yetkilileri herkese kulaklıkları dağıtmaya çalışıyordu. 24 saatin dolmasına 2 saat kalmıştı ve kulaklık herkese ulaşmış sayılmazdı. Haberlerde ' kulaklık ulaşmayanlar kulaklarına bez parçası sıkıştırıp üzerine de kulak üstü kulaklıklardan takınız ve kulaklıkların size de ulaşmasını bekleyiniz.' Uyarısı yapılmıştı.

İnsanlar dehşet içindeydiler. Kimisi çocuklarını korumaya çalışıyor kimileri ise kaçıyordu, sanki kurtulabilecekmiş gibi ama öyle bir imkan yoktu.

Sokaklar yağmalanmaya başlamıştı. Herkes marketleri talan ediyor. Erzak depolamaya çalışıyordu. Bundan 22 saat önce herkes normalindeyken şimdi hayatta kalma çabası veriyorlardı.

Salgın başlamadan ölümler başlamıştı. Yemek depolamak için kavga edip birbirini öldürenler, kulaklıklar için olan ölümler ve daha bir sürü neden.

İnsan kendinden başka kimsenin canını değerli görmezdi. Kendi yaşasın diğerleri olmada da olurdu.

Hayat en fazla bir haftaya duracaktı. Ne elektirik kalacaktı ne de yeterince su, kıtlık başlayacaktı.

Bir de bu olanlara inanmayanlar, devletin bir oyunu olduğunu düşünenler vardı, buna başka insanları da inandırmaya çabalıyorladı ve birkaç kesimi kendi taraflarına çekmişlerdi.

Belki de duyma engelli olan birinin dileğiydi bu, belki masum bir dilekti ama kötü gerçekleşmişti. O herkesin onun gibi olmasını, onu anlamalarını istemişti. Masum bir istekti.

Kim bilir kaç dileğimiz kötü bir şekilde gerçekleşti ama biz onu iyi sandık?

Arel Sheldon'ın anlatımıyla...

Bazen kendi eviniz sizin mezarınız olurdu. Evler mezarlıklardır. Duygular ölür, hisler yaşayamaz intihar eder, sevgi öldürülür. İyi hiçbir şey yaşanmaz o evde ama sen yaşarsın, nefes alırsın bunu yaşamak sanar herkes ama aldığın her nefes acı verir sana. Her nefeste biraz daha ölürsün. Aile sevgisi nedir bilmezsin, hatalarında cezalandırılırsın, küçük bir çocuk baba demekten korkar mı? Korkarsın. Belki beni sever dersin sevdiremezsin, hiçbir şey yapmamışsındır oysa ki. Sadece sevgi istersin. Bir yerde okumuştum 'sevgi büyütür insanı, sevgisiz büyüyen her çocuk kaç yaşına gelirse gelsin aslında hep çocuktur. Büyüyemez. Sevginin nasıl olduğunu bilmez, sevgisizliği sevgi sanar.' Diyordu. Ben hep çocuk kalacaktım. Sevgisizlik sevgiye gebeydi ama o sevgi asla doğmadı. Doğmayacaktı, bu umutsuzluk değildi bu kabullenmeydi. Ben kabullenmiştim, insanlar çıkar olmadan sevemezdi.

Profesör tam üç gündür gelmiyordu. Gelmemesi beni mutlu ediyordu, üç gündür acı yoktu ama artık susuzluk beni bitkin düşürüyordu. Ellerim, kollarım bir sandalyeye bağlıydı. Hareketsizlikten uyuşmaya başlamıştım. Üç gündür tuvalete bile çıkamamıştım, hoş cezam açlık ve susuzluk olduğu için ihtiyacım da olmamıştı.

Ancak kötü bir şeyler oluyordu, biliyordum. O beni bir gün bile tek bırakmazdı, kontrol eder benden uzak kalamazdı. Onun zaafı bendim.

Dışardan birkaç ses duyuldu. Tıkırtı gibi, gözlerim oraya dönmedi. Gelmişti biliyordum.

Kapı yavaşça açıldı, oda karanlık sayılırdı ama bembeyaz oda loş bir şekilde hafif aydınlıktı.

ARAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin