Ölmüş bir çiçektim, can suyu vermişlerdi tekrar canlanmıştım. Tam hayattan soğumuşken kurtulmuştum sanki.
Kapı yavaş yavaş açıldı, cennetin kapılarıydı sanki. Öyle heyecanla bakıyordum ki, ellerimi nereye koysam bilemedim.
Ancak karşımdaki görüntü beni bozguna uğrattı, bu bir tüneldi. Yerlerde uzamış çimenler, duvarlara sarılmış sarmaşıklar. Burası yıllardır kullanılmamış ucu bucağı gözükmeyen bir tüneldi. Bu kapılar bana yine açılmamıştı.
Ayaklarımın üzerinde duramayarak yere çöktüm, Araf refleksle beni sırtımdan tuttu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ellerimi kaldırdım hızlıca, "Burası çıkıştı, çocukken kaçmıştım." Göz yaşlarımı sildim. "Ne olacak şimdi." Korkuyla ona baktım. "Ne olursun beni ona geri vermeyin." Gözlerine bakıyordum onun gözleri bile arafta kalmıştı. Araf anlamıyordu, gözlerime bakıyordu ve anlamaya çalışıyordu.
Martin yere çöktü. Gülümseyerek bana baktı ve ellerini kaldırdı. "Hadi gidelim, bir çıkış yolu bulacağız." Ona döndüm.
"Kurtulacak mıyım?" Çocuk gibi sorduğum soruya başını salladı. İnandım. Aslında sorduğum soru 'acı çeken çocuk kurtulacak mı?' Olacaktı.
Ayağa kalktım ve hemen ayakkabılarımı giydim. Ellerimi heyecanla kaldırdım. "Uzun bir yolumuz var, ne kadar çabuk gidersek o kadar iyi." Hepsine kararlı bir şekilde baktım.
Ani ruh değişimlerimin farkındaydım, ama bunları isteyerek yapmıyordum. Onlar bunu garipsiyorlardı, benim yaşadıklarımı yaşmamışlardı ki, anlayamazlardı. Ama zaten yaşamasınlardı, katlanması herkes için çok zor olurdu.
Hepsinden önce tünele girdim. "Hadi, kapıyı kapatalım buraya da gelemesinler." Beni dinleyip hepsi içeri girdi. Araf etrafın temiz olup olmadığını kontrol ediyordu. Kapıyı kendime çekmeye çalıştım ama çok ağırdı, birazcık bile yerinden kıpırdamadı. Martin ve Marvin'e baktım, hafifçe güldüler.
Birisi sağda ki kapıyı diğeri solda ki kapıyı çektiler. O kasları boşuna yapmamışlardı, çeksinlerdi.
Kapı kapanınca anahtarı yerine yerleştirip kilitledim ve onlara döndüm.
Luis çantasından bir harita çıkardı. "Kordinatlarda böyle bir tünel yok." Ellerimi sarmaşıkların üzerinde gezdirdim, yandan ona baktım.
"Anlamıyorsunuz." Dedim ellerimi kaldırarak. "Siz ya da bir başkası onun zekasıyla boy ölçüşemez." Nefes verdim. "Bizi deney faresi gibi bir labirentin içine bıraktı."
Luis. "Sen profesörü nereden tanıyorsun? Nasıl bu kadar eminsin bunlardan? Profesör bu zamana kadar insanlık için çok fazla şey yaptı." Ona baktım.
"Nerden tanıdığım önemli değil, bilmem yeterli. Bende bilmek istemezdim ama öyle, biz kuklayız." Nefes verdim, yere doğru baktım. "Belki de en büyük kukla benimdir." Dedim.
Hepsinin içini güvensizlik bürüdü bunu anladım. Araf bana yaklaştı, refleksle birkaç adım geri kaçtım. Ellerini havaya kaldırdı. "Tamam yaklaşmıyorum." Benden en çok şüphelenen de oydu. "Ancak bizim sana davranışlarımızı belirlememiz için bize bir şeyler anlatman gerek. Aksi halde sana güvenemeyiz."
Nefes verdim. "Anlatacağım." Yürümeye başladım onlar da peşimden geldi. Saniyeler dakikalara dönüştü. O yeşilliklerin arasında öylece yürüdük. Boğazımı temizledim. Araf'a döndüm, üzerinde gözlerim uzun uzun gezindi, aradığımı bulunca ona yaklaştım. Gözleri üzerimdeydi, bakışları dikkatliydi, gözlerini bir süre izledim. Sonra biraz daha yaklaşıp kemerine sıkıştırdığı küçük ince bıçağı gözlerine bakarken çekip aldım. Arkamı döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
FantasyHerkes normalini yaşıyordu, kimisi işte, kimisi okulda her şeyden şikayet ediyor. Hepsi daha kötüsünden habersiz. Ta ki tüm kanallar bir anda aynı istasyona bağlanana kadar. Sokaklardaki hoparlörler, reklam televizyonları ve diğer tüm teknolojik al...