"Ona de ki..."

147 10 7
                                    

Bunca zaman sonra ilk kez geliyordu buraya. Tesadüf denilebilir miydi, yoksa kaderin bir oyunu muydu emin olamıyordu. Bir tık daha koyusuna zift denilebilecek bir kahveye ihtiyacı vardı ve bunun için tonlarca yer varken kendini Nina'ya sipariş verirken bulmuştu. Nina'nın kahveyi hazırlarken ardında kalan malum dükkana kaçamak bakışlar atmasından onun burada olduğunu anlamıştı. Daha doğrusu arabasından indiği anda anladığı şeyden emin olmuştu. Ama hiç bozuntuya vermedi çünkü bu detay zerre kadar umurunda değildi.

Cennet'ten düştüğü ilk zamanlarda hissettiklerine benzer bir süreçten geçmişti Şeytan Crowley. Paramparça olmuş, her zerresi kora dönmüş ve sonrasında külleri savrulmuştu. Ama yine de buradaydı işte, geçtiği karanlık yolların sonundaki titrek bir sokak lambasının aydınlattığı yerde.

Nina kahvesini bıraktığında bir şey söyleyeceğini belli eden bir hareketle elini beline koydu. Crowley bir yudum aldıktan sonra kadının yüzüne baktı.

"Onunla konuşmalısın."

"Teşekkürler, almayım. Kahve yeterli."

"Ciddiyim, onunla konuşman gerek."

Umursamaz bir şekilde omuz silkti, "Demek ki sen konuşmuşsun onunla. Bir dahakine selamımı iletirsin."

Nina karşısındaki sandalyeye oturdu, "Bak, inatçı bir keçi olduğundan hiç şüphem yok ama bugün buraya kadar geldiysen yolun karşısına da geçebilirsin."

Bu ısrar canını sıkmıştı, öfkelendi birden. "Ne olduğunu öğrenmişsindir o zaman. Anlattı mı sana, hm? Konuşmam gerektiğini söylemek kolay, ona da dinlemesini söyledin mi acaba? Bu konuda tavsiyeye ihtiyacı olan ben değilim çünkü."

Nina bu ani patlama karşısında ne yapacağını bilemedi, "Bak, ben aslında senin için demiş-"

Cümlesini tamamlamaya fırsat vermeden konuşmasına devam etti Crowley. Ancak tavrı aniden soğumuş, o kayıtsız haline geri dönmüştü.

"Ama ne var, biliyor musun? Hiç önemli değil. Konuşmam falan da gerekmiyor. Her ne olduysa oldu, sıkıntı yok. Önceden neler yaşadığımı bilsen bunlar komik gelir."

Sahte bir kahkaha attı. Oysa gözlükleri bile saklayamıyordu hüznünü. Nina'nın bakışları yumuşadı, karşısındaki adam ya da her neyse kuyruğu dik tutmakta pek de başarılı değildi.

"Belki de senin şu an ne hissettiğin, yani hissetmediğin demek istedim, önemli değildir. Belki de ne hissettirdiğini bilmen gerekiyordur."

"Ah, işte bu tam bir zaman kaybı olur."

"Bu çift şeritli bir yol, Crowley. Kaza yapmamak için karşı yönden gelen aracı da kollaman gerek."

Tıslayarak cevap verdi Crowley, "Sana bir şey söyleyeyim mi, o araç çoktan şarampole yuvarlandı."

"Senin için endişeleniyor, onu hiç iyi görmedim."

Bunu duyduktan sonra aniden ayağa kalktı Crowley. Kapıya yönelmişti ki ardına döndü, "Ona de ki, her şey yolunda. İyiyim yani, endişelenmesin hiç. Çoktan unutmuş, aklına bile gelmiyormuş de."

"Seni çok kırdığını söyledi."

"Ha! Yanılıyor çünkü bu mümkün değil. Kızabilirim, gıcık olabilirim ama beni üzemez. Öyle bir duygum yok çünkü."

İkna ustası bu sözlerine kendisi bile inanmıyordu ancak bunu göstermeye de niyeti yoktu. Homurdanarak ceketinin ceplerini karıştırıp bir şey çıkardı. Masaya yaklaşıp sertçe Nina'nın önüne koydu.

"Aslında hatırlattığın iyi oldu, unutmuştum bunu atmayı. Geçmişe takılıp kalmanın bir anlamı yok, değil mi?"

Nina önüne konulan şeye baktı. Siyah beyaz bir polaroid fotoğraftı bu. Aşina iki yüzün uzun zaman önce çekildiği anlaşılan ilginç bir tokalaşma anıydı. Kafasını kaldırıp Crowley'e baktığında çenesini sıktığını görebiliyordu. Bunca zamana kadar bu fotoğrafı neden yanında taşıdığını sormaya yüreği elvermedi. Crowley gözlüklerin ardına sakladığı bakışları fotoğraf yerine Nina'da tutmaya çalışıyordu.

Good Omens: Bigâne (One-Shots)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin