Bir Tatlı Huzur

108 6 61
                                    

Not: Şimdiye kadar konsept 2. Sezon finalinden sonra Aziracrow'un dramatik anlarına dair one shot hikayeler üzerinden yürüdü ancak bu sefer farklı bir şey denemek istedim.

1928'de İstanbul'da geçen ufak bir hikaye, sonrasında (yazacak olursam) angst kıvamına dönerim.

İlginç bir şekilde yazmakta zorlandığım bir bölüm oldu çünkü istemeden kurguladığım olaylarda gerçeğe uygunluk için araştırma yapmaya sürüklendim. Sonunda o kurguyu tamamen terk etmeye ve bölümü ficlet olarak bırakmaya karar verdim. Yani özellikle İstanbul ve dönem hakkındaki detaylarda uyumsuzluk varsa da mazur görün lütfen.

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

Verimli bir görüşmeydi, evet. Burada işi bitmiş sayılırdı, önemli olan netice değildi en azından. Yani, raporunda söyleyeceği buydu, ben üzerime düşen ayartmayı yaptım diyecekti. Eğer netice alınırsa da, şey. Alınmayacağından emin gibiydi.

Konuştukları plan gerçekleşirse, şehrin bu tarafında bulunmak pek akıllıca olmayacaktı; bu nedenle konakladığı karşı tarafa geçmek üzere vapur iskelesine doğru yola koyuldu.

Üsküdar denilen bu yere dair bir şarkı takıldı aklına, vakti zamanında buralara gelen İskoç askerlerine yazılan bir marşa dayandığını duymuştu bir yerlerde. Katibin eteğinin çamur olması kısmının konuyla ilgisini çözememişti ama melodiyi mırıldanarak yolda yürürken bunu düşünecek değildi.

İstanbul'un kışa adım adım yaklaştığını belli eden rüzgarın tenini okşamasıyla boynunu bordo renkli kaşkoluna iyice gömdü. Koyu füme paltosunun ceplerine ellerini daldırdı ve denize doğru ilerlemeye devam etti. Fedora şapkasındaki ince bordo şerit saçlarıyla uyumlu olsa da, favorisinin hemen bitimindeki yılan figürünün dikkat çekmesini önlemiyordu.

Bu nedenle kendine Salih takma adını seçmişti Crowley. Aklına ilk geldiğinde mantıklı bulmuştu, az önceki gizli toplantısında karşısındakilerin gerçek isminin bu olmadığını bildiklerinden de emindi. Hiçbiri kendi ismini kullanmıyordu zaten. Ancak toplantı bitip konağın arka kapısından süzülürken seçtiği adın daha yaygın kullanılan anlamı aklına geldi. Söylenerek yola koyulduğunda niyetinin "kara yılan" anlamı olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu.

Vapura binmek üzere iskeleye yaklaşmıştı ki şaşaalı bir faytonun hemen önünde sohbet edenler dikkatini çekti. Zarif bir hanımefendinin karşısında yakası kürklü vizon rengi bir palto giyen ve çok tanıdık bir sese sahip olan birisi vardı.

Aziraphale.

Çaktırmadan yakınlarına doğru birkaç adım attı, ikili arasındaki sohbetin son demlerinde olduklarını anlamıştı.

"İstirham ediyorum Aziz bey, Kalamış'taki toplantımıza katılın lütfen. Cemiyetimizin sizin gibi müstesna bir şahsiyeti tanıması beni çok memnun eder."

"Teveccühünüz, Bedia hanım. Sizi tanıdığıma müşerref oldum, eminim ki dostlarınız da sizler gibi güzide insanlardır. Lakin belirttiğim gibi, bir telgraf aldım ve derhal Edirne'ye gitmem icap etmekte. Ayriyeten rica ediyorum konuştuğumuz hususlar umumi hale gelmesinler. Malumunuz, hassasiyet icap etmekte."

"Haklısınız tabii, efendim. O vakit sağlıcakla kalınız. Hayırlı seyahatler dilerim."

"Bilmukabele hanımefendi, teşekkür ediyorum."

Crowley iskeleye doğru yaklaşıyor gibi yaptığında Aziraphale kadının faytona binmesine yardım ediyordu. Nalların zemini dövme sesleri uzaklaşana kadar yanına yaklaşmadı. Zaten Aziraphale de elindeki bastona yüklenmiş vaziyette faytonu izliyordu. Bu nedenle kendisine seslenildiğinde ilk etapta tepki vermedi.

Good Omens: Bigâne (One-Shots)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin