Acı... Ve Galiba Gerçek.

173 12 19
                                    

Ah, işte bir tane daha. Neredeyse düşecekti ama son anda iyi toparladı. Vay be, baya da küfürbaz bir şeymiş. Kaldırım taşının yedi sülalesine sövdü, tabii öyle bir şey varsa.

Önceden olsaydı böyle ufak tefek aksilikler keyiflendirirdi onu ancak şimdi boş gözlerle izlediği gündelik akışın anlamsız detaylarından biri haline gelmişti. Üstelik kaldırım taşının normalden birkaç santim yüksekte olmasında kendisinin bir parmağı yoktu. Şimdiye kadar yani. Parmağını şıklatarak taşın yerine oturmasını sağladı, bu sokakta kimse kendisinden daha çok somurtamazdı.

Bakışlarını sokağın öteki tarafına çevirmemekte ısrarcıydı şeytan Crowley. Sık sık gelip oturduğu kafede hemen karşısında kalan kitapçı dışında her yere bakıyordu ama o malum dükkanı görmeye katlanamıyordu. Yine de karşı konulamaz bir çekimle buraya geliyordu. Ve her ziyaretinin dönüşünde zihnini daha çok bulandırma ihtiyacı duyuyordu.

Masanın üzerine bırakılan fincanın sesiyle bakışlarını içeriye çevirdi, Nina günlük kafein dozajını getirmişti. Kafenin sahibi ile ilginç bir bağ kurmuşlardı; adı arkadaşlık belki de? Gerçi bu kelimeyi kullanmak istemiyordu, altı bin yılda anlamını yitirmişti çünkü. Yine de Nina'nın sormaksızın getirdiği kahveler ve genel geçer şeylerden açtığı sohbetler bir şekilde iyi geliyordu. Artık o da nasıl bir şeyse.

Bir keresinde alerjisi olduğunu tahmin ettiği bir kadına hapşırık krizi sonrasında mendil uzatmıştı, neden yaptığını bilmiyordu ama sonrasında Nina kendisine aslında iyi kalpli birisi olduğunu söylemişti. Dükkanı öfkeyle terk etmeden önce dişlerini sıkarak yanıtlamıştı onu, benim bir kalbim bile yok.

Aslında ilahi varlıklar olarak insani ihtiyaçları olmuyordu fakat yine de bu insan bedeninin zaaflarını yaşıyordu Crowley. Uyumayı seviyordu mesela, hatta tüm bu yaşananlardan sonra birkaç yüzyıl uyumayı bile düşünmüştü. Ama artık orada olmadığını bildiği birisi için tutması gereken bir nöbet varmış gibi sürekli aynı yerde buluyordu kendini. Bu da zamanla bir çeşit kafein alışkanlığına dönüşmüştü. Tıpkı her çeşit alkolün bedenine girme oranının artması gibi. Kanamayan yaralarına pansuman yaparcasına içtiği alkolün şimdiye onu komaya sokması gerekirdi, tabii bir insan olsaydı. Belki öylesi daha iyi olurdu, olmadığını iddia ettiği kalbindeki yükleri taşımak zorunda kalmazdı en azından.

Cehennem tarafından istenmiyordu, Aşağıda kimsenin umurunda da değildi zaten. Cennet'e dönmek teklif edilmişti ve bunun düşüncesi bile içini bulandırıyordu. Dünya'da sıkışıp kalmış bir ölümsüzdü, zamanın etrafından süzülüp gitmesinden başka yapacak bir şeyi yoktu.

İnsanların onun gibi bir şeytanın yoldan çıkarmasına ihtiyacı yoktu zaten, kendilerine yeteri kadar bela çıkartabiliyorlardı. Yüzlerce yıl bunun ekmeğini yemişti aslında. Şimdi ise her zamankinden daha yoldan çıkmış görünüyorlardı sanki, belki de onlara 'doğru yolu' gösterecek birisi olmadığı içindi bu. Yine de sinirini bozuyordu bu saçmalıklar; farkında olmadan düzeltmeye başlamıştı ufak tefek şeyleri. Daha doğrusu bunun farkına vardığında artık umurunda olmadığını görmüştü. İnsanların yüzünde ufak dokunuşları sayesinde beliren rahatlama hissi ya da bir çocuğun gözyaşlarının dinmesi onu mutlu etmiyordu. Mutlu olmak gibi bir formatı yoktu zaten. Bunları herhangi bir karşılık için yapmıyordu, ufacık şeyler için çok fazla homurdanan insanoğlu sinirini bozuyordu sadece. Aradan yıllar geçmişti ve bu skorunu tutmadığı bir kamu hizmetine dönüşmüştü. Yine de onu "iyi birisi" yaptığını düşünmüyordu. İyi birilerinin bir şeyleri düzeltme isteği olurdu, değil mi? O "kötü adamlardandı".

Nina'nın kafesinden çıktığında istemsizce kitapçıya yönelmişti ayakları. Bunca zaman geçmesine rağmen hâlâ söz geçiremiyordu bunlara. Zaten ne işe yarıyorlardı ki, onlar olmadan da gayet rahat dolaşabiliyordu. Gerçi kalabalık bir Londra sokağında sürünen bir yılan pek yerinde olmazdı.

Good Omens: Bigâne (One-Shots)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin