chapter 2

90 3 4
                                    

Yoongi

Karşımdaki adam bana deli gözüyle bakarken hızlıca oradan çıktım. Anlamsız bakan gözlerim etafı taradı. Küçük bir köydeydim sanırım. Üzerime baktım. Eskimiş bir hanbok vardı. "Burası diğer dünya mı?" diye mırıldandım. Neler oluyordu? Ölmüş müydüm? Önce Tanrı'yı falan görmem gerekmiyor muydu?

"Çekilin yoldan!" Yan tarafımdan gelen sesle başım oraya döndü. Kocaman bir sebze arabası üzerime doğru geliyordu. Hızlıca geri çekildim. Arabanın sahibi her kimse son anda yakalamayı başarmıştı.

"Affedersiniz, iyi misiniz?" Bu ses... Kaşlarım çatılırken arabaya doğru ilerledim ve arkasındaki kişiye baktım. "Jungkook?" dedim şaşkınca. Jungkook biraz farklı görünüyordu. Saçları uzun değildi, dövmesi yoktu, yüzünde birkaç yara izi vardı. Ona seslendiğimi duyunca kaşlarını çattı. "Adımı nereden biliyorsun? Seni burada daha önce hiç görmedim."

"Beni tanımıyor musun gerçekten?" dedim hayretle. Ayrıca onun burada ne işi vardı? Burası diğer dünya değil miydi? Gözlerim büyüdü. "Yoksa sende mi öldün?" Güldü ve başını iki yana salladı. "Ah, sanırım sende şu keşlerden birisin. Burası diğer dünya değil. Seul Seul."

"Ben keş değilim." dedim kaşlarımı çatarak. Jungkook yalandan gülümsedi ve omzumu patpatladı. "Evet, kesinlikle değilsin. Bende Kim Siwon."

"Kim Siwon?" dedim şaşkınca. Jungkook başını iki yana salladı. "Kralı bile tanımayacak kadar keş." Arabasını tutup yürümeye başlayınca "Bekle!" diyerek peşine takıldım.

"Ne istiyorsun? Sana verecek mal yok bende. Git başkasına yapış."

"Ben keş değilim, mal falan da istemiyorum."

"Ne istiyorsun o zaman?"

"Ben sanırım başka bir dünyadan geldim."

Duraksadı ve bana döndü kısık gözleriyle. Birkaç saniye yüzüme baktı ardından başını iki yana sallayıp yoluna devam etti. Omuzlarım düştü. Bunu ona nasıl inandıracaktım ki?

"Hey bekle!" Yeniden peşine takıldım. Durmadı ve beni de dinlemeden yoluna devam etti. Sessizce arkasından yürüdüm. Bakalım nereye gidiyordu? Yürüdü, yürüdü, yürüdü... Durduğunda köyün sonuna varmıştık.

"Bu kadar sebzeyi ne yapacaksın?" diye sordum. Bana baktı ve "Burası için aldım." dedi. "Kral yolladı, köyün sonuna hep sebze yollar."

"Onunla görüşmemin bir yolu var mı?" diye sordum. Omuzlarını silkti. "Bende onunla hiç görüşmedim. Yardımcısı Hoseok ile görüşüyorum."

Hoseok da buradaydı... Kafam allak bullak oldu. "Onunla görüşmem gerek." dedim. "Nasıl yapacağım?" Başını gökyüzüne kaldırdı. Hava kararmaya başlıyordu. "Akşam oluyor, bugün olmaz. Yarın sabah erkenden gitmelisin."

"Tamam." Arkasını dönmüştü ki yeniden bana döndü. "Kalacak bir yerin falan var mı senin? Evsiz gibi görünüyorsun." Öyle deyince bir kez daha üstüme başıma baktım. Üstümdeki hanbok gerçekten eskiydi ve ayakkabılarım da toprak içindeydi. "Hayır." dedim yeniden gözlerine bakıp. Tanıdığım Jungkook olduğunu biliyordum, gözlerinin parlayışı bile aynıydı. "Kalacak bir yerim yok."

"Biliyordum. İyi, bu gece benimle kalabilirsin. Ama önce sebzeleri herkese dağıtmamız gerekecek." Başımı salladım. "Tamam, yardım ederim." Birlikte sebzeleri civardaki evlere dağıttık. Tanıdık başka bir yüz aradım ama kimseyi göremedim.

Teorime göre ölmemiş, başka bir dünyaya gelmiştim. Olanların başka bir açıklaması olamazdı. Burası hiçte cennet veya cehenneme benzemiyordu. Eski Kore'ydi, eski Seul'dü.

for us || yoonnie Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin