Bölüm:5 "Aydınlık"

92 22 7
                                    

"Bu bana anneannenden kalan son parça..." yine o ses... Yine aşık olduğum ses...

"... belki bir gelenek gibi düşünebilirsin..." sesindeki şefkati özledim.

"... amber gözlü kızlar geleneği..." ve bu cümleyi kurduktan sonra -daha dün gibi hatırladığım- odayı dolduran kıkırtısını.

"... bu görünüş bakımından ağır bir kolye farkındayım ama dediğim gibi amber taşından yapılma ve manevi değeri yüksek olan bir parça..." sesi ciddileşmişti.

"... belki seninde amber gözlü bir kızın olur ve yıllar sonra benim bu konuşmamı hatırlayarak sende aynı şeyleri tekrarlarsın..." bunu bana söylediğinde kızaran yanaklarım aklıma gelmişti.

"... bunu saklayacağını ve çok iyi koruyacağını biliyorum..." evet korudum anne.

"... seni çok seviyorum güzel kızım."

Ah bu bir rüyaydı. Uzun zamandır görmediğim; belkide yaramı sarmamda bana yardımcı olacak bir rüya.

Annemin sesini rüyada da olsa duymak iyi gelmişti. Uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissetmiştim. Huzuru hissetmiştim...

Aslında bana göre her insanın huzur duyduğu belli bir varlık ya da nesne vardır.

Kimi denizi saatlerce izler sıkılmadan. Çünkü gördüğü sadece kıyıya vuran dalgalar değildir. Ya da denizin eşsiz maviliği. Orada dünyada bulamadığı şeyleri bulur. Aşkı, güzelliği, huzuru...

Kimi en sevdiği grubun kendisini en iyi ifade eden parçasını dinler defalarca. Ne sözlerinden sıkılır ne de sürekli tekrar eden nakaratından. Çünkü kendini anlatıyordur, içinde bulunduğu ortamı; ruh halini.

Benim huzurum ise annemin sesiydi, bakışlarıydı, şefkatiydi, gülüşüydü.

Ve ben huzur kaynağımı kaybetmiştim.

O lanet günü hatırlayınca bedenim istemsiz kasılmıştı.

Hani her insanın bir dönüm noktası vardırya hayatında; işte benim dönüm noktam da o lanet gündü.

Benim hayatımı mahveden ve beni robota çeviren o gün; annemi benden çalan gün...

O günkü çaresizliğimi dün gibi hatırlıyordum. Sığınacağım tek yer babamın kollarıydı. Beni iten ve gitmemi haykıran kolları.

"Elvan, girebilir miyim?" Kapımın arkasından gelen Abay'ın sesi toparlanmama yardımcı olmuştu. Peki iyi miydim? Hayır.

Ama Abay'ın bunu bilmesine gerek yoktu.

"İyiyim Abay, gelsene." Kapıyı yavaşça açtı ve aynı yavaşlıkta bedenini içeri soktu. Yıllara direnen, güçlü ve sağlam bedenini.

"Kızım? Nasıl hissediyorsun?" Biraz kötü biraz berbat birazda iğrenç.

"Daha iyiyim." Evet harika (!) bir yalancıydım. Abay bana 'yeme beni' der gibi bakmıştı. Beni bu kadar iyi tanıması şu anlık kötüydü çünkü yalanım ortaya çıkıyordu.

"Elvan... Hiç iyi bir yalancı değilsin demeyeceğim çünkü çok iyi bir yalancısın. Ama bana karşı değil. Bunu şimdiye kadar anlamamış olman ne acı." Sesindeki tını benle âdeta dalga geçiyordu. Bu... garipti. Çünkü benimle dalga geçen -geçebilen- tek kişi Abay'dı. O da bunu sık sık yapmadığı için bir an afallamıştım. Sonuçta şu an karşımdaki kişi Abay olmasaydı çoktan Alkım'ın gazabına uğramıştı.

"Ah! Evet Abay berbat bir haldeyim. Üzerimden tır geçmiş gibi hissediyorum. Ve yine evet sana karşı hiç iyi bir yalancı değilim." Ard arda kurduğum cümlelerin sonunda derin bir nefes aldım. İç sesim Gökçe'yi ayakta alkışlıyordu. Cidden uygun bir zamanda onu tebrik etmeliydim. Harika(!) bir çeneye sahipti.

ELVANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin