GİRİŞ

172 6 1
                                    

Zengindim. Neden okula gitmek zorundaydım. Yine geç kalmıştım ve koşarak ilk derse yetişmeye çalışıyordum. Okulum yürüme mesafesinde olduğu için arabaya gerek duymuyor ve yürüyerek gidiyordum ama her gün geç kalıyordum. Koşmaktan nefes nefese kalmıştım. Çok az bir mesafem kalmıştı ki uzaklardan bir ses bana dersin başladığının haberini verdi. Sesi duyar duymaz biraz daha hızlandım ve sonunda okulun bahçesine ayak bastım. Hızlı adımlarla okulun kapısından içeri girdim ve merdivenlerden on birlenin katına çıktım. Evet on birinci sınıfa gidiyordum ve on altı yaşındaydım.

Sonunda kendi sınıfımın kapısının önüne geldim ve birkaç kez kapıyı tıklatarak "İçeri gelebilir miyim?" diye seslendim.

İçeriden ince ve cırtlak bir kadın sesi "Hayır gelemezsin." diye yanıtladı beni.

Sadece birkaç saniye geç kalmıştım ve derse alınmıyordum. Olacak iş miydi bu! Beni derse almayan kadın ise kimya öğretmenim Aybike hocaydı. Hiç sevmiyordum bu kadını. Derse saniyelerle geç kalmama bile tahammülü yoktu. Periyodik sistemi anlatırken Haydarpaşa Lisesinin nankör kimyacısı şeklinde başlayan bir kodlama öğretmişlerdi bize. Belki biliyorsunuzdur. İşte oradaki nankör kimyacı tamda Aybike hoca profilini oluşturuyordu.

Ben aklımdan geçen düşüncelerle boğuşurken içeriden bir ses "Yeter beklediğin , gelebilirsin." diye seslendi. Seslenen benim evlatlık kız kardeşim Tunay'dı. Tunay ile aynı yaştaydık ama Tunay her zaman benden daha bilinçli bir birey olmuştu. Bütün sorumluluklarını harika bir şekilde yerine getiren mükemmeliyetçi bir insandı. Aslında bir nevi benim idolümdü ama insanları bilirsiniz işte asla idol olarak gördükleri kişiler gibi davranmazlar. Böyle çok ama çok nadir insanlar vardır. Her neyse konumuz bu değil. Tunay sarı saçlı mavi gözlü bir kızdı. Şekilli ve güzel bir vücudu vardı. Birbirimize fiziki açıdan pek benzemiyorduk ama benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu. Yeşil , harika gözlerim , siyah saçlarım , açık renk bir tenim ve mükemmel bir vücudum vardı. Genellike erkeklerin bize dibi düşerdi.

Birçok teklif almıştım ve hepsini reddedmiştim. Bu işler bana göre değildi. Sap ve mutlu bir kızdım. Aklımdan geçen düşüncelere bir son verip gerçek dünyaya geri döndüğümde teneffüs zilinin çaldığını fark ettim. O kadar zamandır bekliyor muydum ben burada. Bir ders bitmişti. Aybike hoca çoktan sınıftan çıkmıştı. Tunay içeride beni bekliyordu. Hızla yanına gittim ve çantamı onun sırasının boş olan tarafına koyarak yanına oturdum. Evet sıra arkadaşı bendim çünkü biz sadece kardeş değil aynı zamanda birbirimizin en yakın dostuyduk.

Dostluk meselesi biraz karışıktı aslında. Tunay ve ben anaokulundan tanışıyorduk. Onunla çok iyi arkadaş olmuştuk fakat ailesi bir gün kaza geçirip hayatlarını kaybedince bundan sonraki hayatını yetimhanede geçireceğini öğrendim. Yıkılmıştım. Daha beş yaşında olmama rağmen depresyona girmiştim. Bunu anlayan annem ve babam benim için Tunay'ı evlatlık aldı. O zamanlar ismi Gizem'di fakat annem ve babam onu evlatlık edindikten sonra ismini Tunay olarak değiştirdi. İsminin anlamının ise evlatlık kız çocuğu olması çok trajikomik bir durumdu ama o benim için her zaman Gizem olarak kalacaktı.

Yanına oturduktan sonra "Sabah neden beni de uyandırmadın? Yine beni bırakıp gitmişsin!" diye çıkıştım.

Gözlerini devirdi ve bana yan gözle bakarak "Bir kere olsun alarm kurmayı unutma Beyge! Ayrıca seni uyandırsam da geç kalıyorsun." dedi.

Soylediklerinde kesinlikle haklılık payı vardı. O beni uyandırsa dahi ben o gittikten sonra geri uyuyor derse on beş dakika kala uyanıp hazırlanarak derse yetişmeye çalışıyordum. Pek yetiştiğim söylenemezdi ama deniyordum işte.

Bu kısa sohbetimizin ardından yeniden ders zilimiz çaldı. Dışarı çıkan herkes yeniden sınıfa girdi. Bir ya da iki dakika sonra da içeri biyoloji hocamız Aşkın hoca girdi. Dersi anlatmaya başladı. Adamın sesi ninni gibiydi resmen. Biraz sonra göz kapaklarımın ağırlaşmaya başladığını hissettim. Sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda ders bitmişti. Ah , okuldan nefret ediyordum. Sonunda eve gidiş zili çaldığında içimde kelebekler uşuşmaya başladı. Bize okul adı altında sunulan bu hapishaneden bugünde sağ bir şekilde kurtuluyordum fakat bugünün günlerden Pazartesi olduğunu hatırlayınca bütün sevincim bir anda yok oldu. Daha hafta sonu tatiline koca bir dört gün vardı ve ben bu kadar sabırlı bir insan değildim.

Tunay'ın elinden sıkıca kavradım ve koşar adım koridorda ilerlemeye koyuldum. Herkese çarparak geçiyor , bana küfredenlere aldırış etmiyordum. Merdivenlerden indim ve Tunay'ı da ardımdan sürükledim. Koşarak eve geldiğimizde ona neler olduğunu anlatmaya karar verdim. Bana soru soran gözlerle bakıyordu.

İki katlı muhteşem evimizin dev gibi bahçesine , mükemmel havuzuna ve harika bir incelikle işlenmiş duvar oymalarına bakarken ne kadar zengin olduğumuzu düşünerek dahiyane fikrimi Tunay ile paylaşmak için ona döndüm. Bu fikir pek dahiyane sayılmazdı ama benim gibi okuldan nefret eden birisi için oldukça iyi bir fikirdi.

Tunay'ın gözlerinin içine bakarak "Biz neden okula gidiyoruz? Okul bizim ayağımıza gelsin." dedim ve elimi havaya kaldırarak etrafı işaret ettim."Şu zenginliğe bir bak. Harika , öyle değil mi? İstediğimiz öğretmeni bize özel ders anlatması için ikna edebiliriz. Neden bu çileye katlanmak zorundayız?" dedim.

Tunay önce birkaç saniye boyunca gözleriyle beni süzdü. Sonra ise "Gerçekten yarım saattir beni bunu söylemek için mi koşturuyorsun! Bende önemli bir şey oldu sandım. Beni çok endişelendirdin. Bazen çok düşüncesiz olabiliyorsun Beyge!" diye bağırarak küçük çaplı bir sinir krizi geçirdi.

Neyse ki böyle şeyleri umursamıyordum. "Ah , hadi ama yapma böyle. Bence müthiş bir fikir. Şimdi bunu eve gidip anne ve babamıza soralım. Kabul edeceklerini umuyorum." dedim ve onu kolundan tutup içeri çekiştirmeye başladım. Ağzından bıkkınlık dolu bir ses çıkınca "iyi , tamam. Ben yalnız gider ve söylerim. Sen burada bekle." dedikten sonra içeri doğru ilerlemeye başladım. İhtişamlı giriş kapısından içeri girdikten sonra merdivenlerden hızla ikinci kata çıktım. Annem Esin Erkin ve babam Alper Erkin geniş koridorda sağdan ikinci odada sakince bir şeyler konuşuyorlardı. Kapı biraz aralıklı bırakılmıştı ve ben direkt olarak içeri girmek yerine onların sohbetlerini biraz dinleme kararı aldım.

Annem altı yıldır bir iş yaptıklarından bahsediyordu ve bunun doğru olmadığını söylüyordu. Babam ise buna mecbur kaldıklarını sertçe ifade ediyordu , batmak üzere oldukları zaman önceden ben ve Tunay için kurduğu iki şirketin aklına geldiğini fakat onları çocukları için yani bizim için kurduğunu dile getiriyordu. Üstüne bir de o şirketleri temiz paralarla kurduğunu söylüyordu fakat aklıma yatmayan birşey vardı. Şu an kazandığı para kirli miydi? Tam o anda annemin babama artık eski zenginliğimize kavuştuğumuzu ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmamamız gerektiğini söylediğini duydum.

Ondan sonrası umurumda olmamıştı zaten. Kulaklarım bütün seslere tıkandı. Duvara yaslı bedenim bir anda aşağı doğru kayarak yere düştü. Göz yaşım da tıpkı bu şekilde gözümden aşağı düşüyordu. Demek ailem uyuşturucu kaçakçısıydı ve bu işi altı yıldır yapıyordu öyle mi! Bu zenginlik , ihtişam ve herşey iğrenç bir para kaynağından geliyordu demek. Çok öfkelenmiştim. Hem de çok... Elime geçen ilk firsatta onlara bunun hesabını ödetecektim ama şimdi dik durma vaktiydi. Tıpkı onlara hesap sormanın da bir vakti olduğu gibi...

NOT: Eğer hikayeyi beğendiyseniz oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın😉

Zamanın BermudasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin