9- Prens Cengiz

165 22 7
                                    


🫀

Sabah rutini olarak artık çok iyi yiyebildiğim halde Sitare'yi bana yemek vermeye ikna etmiştim. Cinnet geçirmişti.

Kötü koktuğumu söyleyip duşta aldırmıştım. Cinayet işleyecekti.

Saçlarımı da ördüğünde arabaya binmiştik. Sonra ben bizi birkaç süpermarketin önünde durdurmaya çalışmıştım. Sonunda başarmıştım da direksiyona elimi uzatınca. El mecbur bir kaza çıkmasın diye durmuştu.

Bir markete girdik, önüme arabayı aldım. Düz koridor gibi yolda önüme gelen her şeyden bir tane attım içine. İstisnasız her şeyden... Gözüm doymuyordu asla. Midem de doymuyordu. Sonsuza kadar yiyebilirdim bir şeyler.

Hele abur cubur, fast food dedikleri şeyler... Bu şeyleri nasıl yemedim ki ben altmış beş yıl? Büyük kayıp!

"Yavaş ol, kıtlık yok."

"Sana ne. Karımın parası var ki yiyorum."

Bakın yine çok küçük bir an Japon'un dedikleri girmişti kafama.

"Ben işe başlayınca sana ödeyeceğim bunları."

Arkamdaki keyifli sesi durgunlaştı, ciddi bir hâl aldı.

"Ne işiymiş bu? İş mi buldun?"

Sanki okuma yazma biliyormuş gibi elimdeki meyveli sütün arkasını çevirdim, yanımdaki adamı taklit ettim. Bir sürü de garip garip semboller vardı hani.

"Daha bulmadım ama bulacağım."

"Ne gerek var? Gül gibi geçiniyoruz işte."

Geçiniyordukta, erkeklik gururu diye de bir şey vardı. Yine de bir şey demedim ve bir kutu attım önümdeki arabaya.

Bir kutuda kaç tane vardı hiçbir fikrim yoktu. Direkt komple almıştım.

Bı ara mor bir şey gördüm. Reklamlardan gördüğüm kadarıyla adı Molpet'ti. Ne işe yaradığını bilmiyordum ama kadınlar kullanıyormuş ve Sitare'nin diğer kadınlardan neyi eksik? Alayım dedim ama bir sürü çeşidi vardı. Telefonla konuşan Sitare'yi yanıma çektim hangisini istiyorsun diye, beni sırtıma vurarak çıkardı o bölümden.

Alacağımızı aldık, hepsini arka koltuğa koyduk, yola çıktık. Havalimanına gelene kadar yarısını bitirmiştim. Bir ara elime o sütlerden geldi. O kadar güzeldi ki... Bu zamana kadar burada ve kendi zamanında yediğim her güzel şeyi toplasan, bir süt etmezdi yani.

Sitare sevmiyormuş, içmem diyip durdu. Zorla içirdim ona da. Arabayı sürerken hiçbir şeye dokunamazmış. Pipeti ben taktım, ağzına doğru uzattım. Tıpkı onun bana yemek vermesi gibiydi.

Büyük bir helikoptere bindik. Japonya ya gidişte de dönüşte de ben uyumuştum helikopterde. Bu yüzden bu kadar büyüleyici bir şey olduğunu bilmiyordum. Korkmak değil de, ilk defa deneyimlemenin verdiği şokla fazla sıkmıştım elini. Morardığını fark edince hızlıca bıraktım elini.

"Özür dilerim. Bilerek olmadı."

Önemli olmadığı söyledi. Okyanusları geçtik, bir kara gördük havadan küçük. Yavaş yavaş inerken kuş bakışı baktım adaya.

Full ağaçlarla doluydu. Suya yakın bir tarafta, büyük bir bina vardı. Sanki koskoca okyanus yokmuş gibi, küçük ve büyük olmak üzere iki de havuz.

Bunun dışında adada hiçbir şey yoktu sanki. Ancak bu büyük taş yapı, her şeyi içinde barındırıyordu sanki.

Sanki bir Şatoydu. Hatta direkt öyleydi.

Sitare -BİR MOĞOL HİKAYESİ; CENGİZ HAN-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin