1- İçine Ruh Girmemiş Adam

392 30 8
                                    

Medya: Günümüz Moğolistan sınırları. 1263 yılında Cengiz Han'ın oğlu Tuluy'un oğlu Kubilay Han zamanında, en zirve dönemlerinden birini yaşıyorlar haritada. Kıyas olsun diye koyacaktım ama bulamadım harita görselini.
Cengizhan bu kadar büyüdüğünü göremiyor ancak bölümde üzülmesinin sebebi beklemtilerinin böyle olmaması.

Bölüme geçelim efendim. Bölümlerin sonundaki şiir kesitleri göz hakkıdır, sizindir.

🫀

Gözlerimi yüreğimdeki büyük boşlukla açmıştım. Ancak karanlık dağılamıştı. Gözlerim ağrıyordu. Göz kapaklarım, başım ve vücudumdaki her bir kemik.

Bulunduğum yeri aydınlatan şey ses çıkaran bir kapının ardından yüzüme tutulan kırmızı bir ışıktı.

Başımı kaldıramadım. Sadece gözlerimi çevirdim kırmızı ince ışığa. Birden fazla kişilerdi. Ancak tanıdığım tek suret oydu.

Börte, elinde siyah, demir bir araç tutuyordu. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ancak diğerlerinde de olduğu gibi onun elindekinden de yüzüme ışık vuruyordu.

Belirsiz kelimeler vardı. Hiçbiri onun sesi değildi. Tek bir kelime etmedi, kulağından ağzına kadar gelen cihaza kısa bir cümle kurmak dışında. Bir süre bekledi. Ardından elindeki ışıklı demiri indirdi.

Onunla birlikte herkes indirdi ışıklı demirlerini. Hafifçe gülümsedim.

Esir mi düşmüştüm? Eh, tüm dünyanın imparatoru da olsak sonuçta yaşlanmıştık. Neyse ki Börte beni bulmuştu. Ama neden böyle kara renkte giyiniyordu? Elindeki neydi? Bu yanındaki kara giyinen adamlar Moğol gibi durmuyordu. Hatta açıkça değillerdi.

Yaşlanmıştık... Yaşlanmıştık değil mi? O en fazla 30 yıl yaşamış gibi gençti. Bir ömür birlikte yaş almamış mıydık? Ne oluyordu?

Kara kıyafetli bir adam yanıma geldi. Sırtıma inen saçlarıma elini daldırdı, bedenimi hızla havaya kaldırdı.

Evet, esirdim.

Anlamadığım kelimeler söylediler. Hangi dildi bilmiyordum. Kimlere esirdim?

"Börte?"

Zar zor konuşabildim. Bir açıklama bekledim ama o, ona konuştuğumu bildiği halde tek kelime etmedi. Sert bakışları yumuşamadı, yüzündeki nefret eksilmedi.

Başka kara giyimli bir adama bir şey söyledi. Adam gelip göğsümü inceledi. Kan vardı boylu boyunca ancak ne delik vardı ne de bir ok. Sadece tam yüreğimde yuvarlak sayılabilecek mor bir yara.

Acıyordu. Açtım. Çırılçıplaktım.

Bu kadar insanın içinde böyle bir hâle düşmek hiç bana göre değildi. Kibirli bir adamdım. Küçük düşmüştüm. Börte bir iki adım yanıma doğru gelip. "Türk müsün?" diye sordu.

Bildiğim bir dil, bildiğim bir ses. Ülgen'e şükürler olsun.

"Börte, burası neresidir? Kimdir bunlar?"

Kısa bir süre etrafı inceledi, yavaşça yutkundu. "Sanırım hafıza kaybı geçiriyorsunuz. En yakın hastahaneye güvenle gittiğinizden emin olacağım."

Aynı dili konuşuyorduk. Ama hiçbir şey anlamıyordum. Hafıza kaybı neydi? Hastahane neydi?

"Kimdir bunlar?" diye direttim. Bilmediğim sözcükler istemiyordum. Sadece otagıma gitmek, karımla zaman geçirmek, atımı ve kılıcımı istiyordum.

Sitare -BİR MOĞOL HİKAYESİ; CENGİZ HAN-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin