"Moğollar, ısırabildikleri her şeyi yerler; köpek, kurt, tavşan, at ya da acil durumlarda insan eti. Bir defasında kuşatma çok uzun sürdüğünden yiyecekleri tükendi ve her 10 kişiden birini seçip, diğerleri için pişirip yemek zorunda kaldılar."
-Plano Carpini, 13. yüzyıl.Sitare kızımız biraz fazla kibardır. Sizi sıkmasın. İyi okumalar.
🫀
"Bu adam gökten mi indi? Piç mi lan bu adam? Anası babası da yok mu?!"
Önümdeki esir yemeklerine bakıp yüzümü buruşturdum. Börte'm olan Sitare kapının önünde şifacıya bağırıyordu. Biraz gergindi.
Sadece biraz...
"Ben ne yapacağım eşek kadar adamı cebime mi sokacağım lan?" bağırışından sonra tekrar şifacıyı dinledi ama bağıran tek kişi o olduğu için duyamadım şifacıyı. Benim odama hızlıca girdi. Karşısına direkt hareket edebilen, tekerlekli koltuk çıktı. Kısa bir bakış atıp geri döndü bana.
"Yürüyebilir misin?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım. Şimdi beni döverdi falan. Dikkat etmek lazımdı.
Aslında iki katıydım. Bu çağda istesem yine herkesi boyunduruğum altına sokabilirdim. Ama o sonuçta karımdı. Bana vuracak olursa karşılık veremezdim.
"Neden yemeğini yemedin? Ye de çıkalım buradan."
Şaşkınlıkla döndüm yemeğe. "Daha gelmeyecek?" diye sormaktan alamadım kendimi.
"Doymazsan yine yeriz dışarıda."
Önümdeki esir yemeğine döndüm. Şuan bir esirden de kötü bir hâldeydim. İnsanlar esir olana bile bu kadar az yemek vermezdi işkence olsun diye. Üstelik et yoktu.
"Et yoktur?"
Yemeğime bakıp tekrar bakışlarını yüzüme çevirdi.
"Sulu yemekte et var ya."
Gösterdiği patatesli yemeğe baktım. Küçük et parçaları vardı ama onlar da sayılmazdı ki.
Elimi sulu yemeğe daldırıp ağzıma götürdüm avucumu. Hangi baharat vardı içinde bilmiyordum ama Ülgen'e yemin olsun hayatımda hiç bu kadar leziz bir şey tatmamıştım.
Kolumdan akan yemeğin suyunu boşverip sebzeleri aldım diğer bir elimle. Hiç vakit kaybetmeden tüm ağzıma girecek şekilde ekmeği soktum.
Beni izlediğini hissetmiştim. Kafamı önümdeki yemeklerden kaldıramadan gözlerimi çevirdim. Bana bakıyordu. Canı mı çekmişti?
Patatesli sulu yemeği avuçla alıp ona doğru uzattım. Kaş göz yaparak ye dedim. Bir avucumdaki sıkı sıkıya tuttuğum, suyu akan patateslere, şiş yanaklarıma baktı, bir de çenemden akan yağlı suya.
"Yok sağol. Tokum ben." dedi. Onaylayıp elimdekini de ağzıma tıktım. Gerçekten 65 + 1 yıllık ömrümde böyle güzel bir yemek yememiştim.
"Kaşık kullansana."
Gösterdiği demire baktım. Yenilecek gibi durmuyordu ama eğer demeseydi bu yemeği de yemeyecek ve mahrum kalacaktım bu lezzetten. Üstelik çok fazla demir kullanıyorlardı, her yerdeydi metal. Belki yiyecek olarakta kullanıyor olabilirlerdi.
Kaşık dediği yemeği oval yerinden sıkı sıkı tutup, tuttuğum yere yakın yerden ısırdım oval yerin ucunu.
Büyük bir istekle hızlıca ve sertçe ısırmak, pişmanlıktı. Genç bir bedene hapsolmuş olabilirdim ama bu genç beden, yaşlı bedenin üstündeki bir kılıf gibiydi. Diş etlerimdeki hassaslığa iyi gelmedi bu kaşık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sitare -BİR MOĞOL HİKAYESİ; CENGİZ HAN-
Ficción históricaÖlümsüz olmak için şamanın dediğine inanmış, yüzlerce çocuk yapmıştım. Birlikte olduğum binlerce kadına rağmen yüreğimde yalnızca bir kadın ev sahipliği yapardı. Börte; benim güzel karım, tek aşkım. Sonsuza kadar yaşayıp sonsuza kadar seni seveceğim...