part17

16 4 1
                                    

(jisung)

odada olduğunu öğrendikten sonra odasına doğru gittim ama ayaklarım gitmeyeyim diye yere sabitlenmiş de ben onları zorla hareket ettiriyormuşum gibi bir his veriyordu. ne soracaktım ya da ne anlatacaktı bana? düşünmeden edemiyordum. en sonunda zor da olsa odanın kapısının önüne gelmiştim. elimi kaldırmış kapıya vurmaya hazırlanmıştım ki bir anda kapı açıldı. neredeyse minho'nun yüzüne vuracaktım ama son anda geri çekildi.

"geldin mi? ben yürüyüş yaparken konuşuruz diye düşünmüştüm." dedi.

"hava biraz serin, hiç üşütüp hastalanacak ruh halinde değilim."

"peki o zaman, rahat olman adına dans odasında konuşalım. burası fazla ciddi, içerideki oda da fazla rahat. tabi sen nasıl istersen."

"olur, orada konuşabiliriz bana fark etmez."

"peki, geçelim o zaman."

dans odasına geçene kadar yıllar geçmişti sanki. zaman onunla fazlaca vakit geçirmemi istiyormuş gibi fazlasıyla yavaş akıyordu. benimle aynı fikirde olması güzeldi ama bu ne konuşacağımızı bile bilmediğim anın çabucak geçmesini istiyordum, ondan sonra istediği kadar yavaş akabilirdi.

"tam olarak ne konuşacağız?" diye sordum büyük bir stresle. neden bu kadar stresliydim onu da anlamıyordum.

"aslında bunu ben de tam olarak bilmiyorum." deyip hemen sonra devam etti. "aslında sadece dün gece yazdıklarımı yanlış anlayıp anlamadığını merak etmiştim. çok saçmalamışım. sen yazınca daha da kontrolden çıkmışım. özür dilerim gerçekten."

"yanlış anlamak değil de sadece endişelendim. anladığım kadarıyla bana o gün anlattığın kişiyle alakalıydı."

"o an ne düşündüğümü hatırlamıyorum gerçekten ama seni endişelendirdiysem de özür dilerim."

"özüre gerek yok. iyiysen şu an, sıkıntı yok."

"şu an içime su serptin biliyor musun? çok rahatladım."

cevap vermedim ama yüzüme küçük bir gülümseme kondurdum.

"konuşmamızın bu kadar kısa süreceğini tahmin etmemiştim." dedim sıkıntıyla nefes verip.

"ben de." dedikten sonra bir süre ikimiz de öylece etrafa bakındık. tekrar konuşmaya başlayınca ona döndüm. "ne yapıyoruz o zaman?"

"ben gidiyorum." deyip ayağa kalkmaya yeltendim ama bir anda bileğimden tuttu ve "gitme." dedi.

"efendim?" afallamıştım. 

"gitme, kal. konuşalım ya da sen dansımı sevdiğini söylemiştin yeni yaptığım koreografiyi göstereyim sana. olmaz mı?" dedi.

ben de gitmeyi çok istemiyordum, bunu bahane olarak kullanabilirdim. o yüzden bir süre düşünür gibi yapıp daha sonra kabul ettim. "olur, neden olmasın?"

"bekle, telefonumu alıp geliyorum içeriden."

"tamam."

bu hareketleri beni onun da bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünmeye itiyordu. gerçekten böyle bir şey mümkün müydü? ateşlendiğim gün başımdan ayrılmayışı, merak edip hesabımı bulup iyi miyim diye yazması, şimdi de o günü yanlış anlamış olma ihtimaline karşı benden özür dilemesi ve gitmem gereken zamanda beni bırakmaması. gözardı edip başımdan savabileceğim bir konu değildi asla. yaptıkları açık açık bana değer verdiğini gösteriyordu ama emin olamazdım çünkü genelde umutlarım hep boşa çıkardı.

"geldim." demesiyle kafamın içinden çıkıp ona baktım. "özellikle görmek istediğin bir koreografim var mı? onu yapabilirim istersen." diye sordu. 

save me with your dance | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin