***
Savaşa hazır mısınız?
Are you ready?
Silahlarınızı hazırlayın, Avcılar.
Şarkı: Imagine Dragons- Warriors
Sonda süpriz bir şarkı var ;)
***
Bakışlarım babamı bulduğunda nefesimi tutuyordum. "N-Neler oluyor?" bedenim korkuyla kasılmıştı. Babam da dikkat kesilmişti.
"Bahçedeyim ve burada tuhaf şeyler var." sesi sessiz ama aynı zamanda ölesiye çığlık atmak istermiş gibi çıkmıştı.
Sol elimle saçlarımı çekiştirirken çözüm bulmak amacıyla bomboş duvarlara bakıyordum. "Ne diyorsun, hangi bahçedesin?"
"Senin evindeki bahçe tabiki de gerizekalı. Ne idüğü belirsiz şerefsizler Aryayı aldılar."
Nefeslerimi buz tutmuş banyoya salarken şok olmuş gözlerimle çıkan buhara bakıyordum. "NE?" diye bağırdığımda, "Götünü kaldırıp, buraya gel piç..." sesi aniden kesildiğinde put gibi duran bedenimden sadece kalbimin korkulu sesi duyuluyordu. Nefesimi kontrol bile edemiyordum. Babam konuşup, duruyordu ama arka plandan gelen seslere dikkat kesilmiştim.
"Ah, bırakın lan. Nesiniz lan siz. DOMİNİC!" ses tamamen yok olduğunda telefon elimden düşmüştü. Zemindeki kırılma sesi sesimi bastırıyordu. "Gitmem lazım, neredeler. Nasıl buldular beni? Benim yüzümden, ya bir şey olursa onlara. Ne yapacağım ben." babam tokadı yüzüme indirdiğinde kocaman olmuş gözlerimle kalakalmıştım. Muhtemelen kendime gelmem için yapmıştı ama işe yaramamıştı.
Karnımda hissettiğim tuhaflıkla fısıldadım. "Baba! Yakalanmışlar, ne yapacağım ben" karnıma saplanan acıyla yere çöktüm. "Ahhh!" acıyla yine kasıldığımda karnıma baktım. Beyaz ışıklar tenimde gezinip dans ediyordu. Acıdan sıkılan çenemin arasından "Baba!" dedim. Beni kucaklamaya çalıştığında yandığım için onu ittim. Zemine doğru öğürdüğümde kusmuğumla yeri boylamıştım.
Derin nefesler alıp, sinirin bedenimi ele geçirmesine izin verdim. Hırlamalarım banyoyu doldurduğunda babam aceleyle aynı şeyleri söylüyordu. "Dominic, bu bir tuzak gidemezsin. Seni güvenli yerden uzaklaştırmak istiyorlar. Gidemezsin." Bana yaklaşan bedenini tekrar ittirdiğimde bahçeden bomba sesi yankılanmıştı. Gürültü kulakları sağır ettiğinde babam kulaklarını tutarak yerde top olmuştu.
Acıyla yerimde doğrulduğumda babam önüme geçmişti. Göğsüm maraton koşmuşum gibi hızla inip kalkıyordu ve kalbim deli gibi atıyordu. Sık aldığım nefesler önümde buhar şeklinde yılan figürleri oluşturuyordu. "İzin vermiyorum, gidemezsin." kararan gözlerim pek bir şey seçemiyordu. Aklım bulanmıştı. Boğazından tuttuğum gibi kapıya çarptırdım bedenini.
İstemsizce yaptığım harekete pişman olsam da istifimi bozmadım. Daha doğrusu sanki bunu yapan ben değildim. "Karışma!" sesim tehlikeli bir yılan gibi tıslayarak çıktı. Bunu yapan ben değildim. Babam öksürerek banyo zemininde top olduğunda yanından geçip gittim. Kendime hakim olamıyordum. Onlara kime dokunup, dokunamayacaklarını öğretecektim.
Kapıya vardığımda hemen sağ tarafında duran boy aynasına kaydı bakışlarım. Yarı çıplak bedenime tuhaf bir bakışla bakıyordum. Bir insanın, ne olduğunu anlamak isteyen canavarın bakışlarına karşılık vermesi gibi tuhaf ve ürkütücüydü. Bedenimin içinden sürekli yılan gibi beyaz bir ışık kıvrılıp duruyordu ve gözlerim bembeyazdı. Kolumdaki işaret sarı bir renge bürünmüştü. Saçlarım belime kadar uzamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANETLİ BEKÇİ
Fantasy**TANITIM VİDEOSU VARDIR.** Binlerce yıldır, nesilden nesile aileye geçen bir lanet. İki dünya arasındaki kapının koruyucusu olmaya zorlanan bir Bekçi. İki dünyayı birbirinden ayıran perdeyi korumak zor olamazdı değil mi? Tabii yaklaşan bir savaş ol...