Ne tuhaftır yaşamdan birinin gitmesi ve yaşamın o birini unutmadan süreklilik hali içerisinde bulunması. Ölüm, yaşam tabularını yıkan bir uygulamadır. Yitip giden aşklar, yarım kalan hikâyeler ve yaşanmasını istediğimiz ancak artık yaşanmayacak olan birikmiş anı çöplükleri. Ölüm bütün anıları alıp bir daha dönüşmemek üzere geri dönüşüm kutusuna atar. Bu kutularda geride kalanlar için dönüştürme, yeniden düzenleme olasılığı artık kalmamıştır. Karbonlaşan anılar geride koskocaman bir hüzün bırakır. Anahtarları geride kalanlarda kalan bu anıların kapıları artık deformasyona uğrayıp yok olmak için ant içmişlerdir. Gelecek artık geride kalanlar için sadece karbonlaşmaktan ibarettir. Bir sonraki yaşam sanrısına alışmak, düşünmek, hissetmek, varlığından şüphe etmemek ister insan. Gözlerim hüzünle olan savaşını kaybetti. Hüzünle olan ateşkes anlaşmamızın içeriğinde yağmur gibi akmasını istediği yaşlar mevcut. Sevinç bir savaştan çıkmış halkın çığlıkları olarak yerini almış. Kayıplar geride kalmış, her şey geride kalmış. Her şey ne garip bir yemek halini almış ve ben bu yemeği birkaç öğünden fazla yiyorum artık. Doymuyorum, doğmayacağım. Her gün bir diğerinin benzeri ya da aynısı iken neden günlerin isimlerini aklımda tutmak, hatırlamak zorunda olayım? Kim bana bu zorunluluğu baskıcı bir demokrasinin halklara kıldığı zorunluluk gibi kılabilir? Kim beni boğazımdan tutar? Yaşamaya mahkum edebilir. Belli değil mi zaten? Hayat, çekilecek, yatılacak zorunluluk hissi uyandıran bir cezaevidir. Ben en ağır müebbetlerin kurbanıyım. Boğazımın alt tabakasına yapışan bir elmanın cezasını çekiyorum. Elmanın dışarıdan bakılınca güzelliğine kurban gittim. İçerisi garip, mide bulandırıcı kurtcuklarla dolu. Bu durum size bir yerden tanıdık geldi mi? Aşkımızın yemek istediğimiz ilk meyvesinin aslında hala olgunlaşmamış bir meyve olduğunda fark etmiş olmanız gerekirdi. Birinin bizi sevdiği yenilgisini ve yanılgısı her zaman bize iyi gelir. İnsan ilk defa böyle bir yenilgiden kaçmaz. Birini sevmek kendinden, kendi yaşam biçimden kısmen fergat etme biçimi, isteğidir. Hayat bir başına ( tarihsel olarak) geçmeyen, geçirilemeyen bir süreçtir. İnsanın kendiyle paylaşamadığı bir şey kalmayınca hemen bir başkasını arama eylemi içerisine kusursuz bir atılım yapması gayet aşikardır. Kendiyle olan düzeninden nefret eden insan bir başkasıyla kendi düzenini mahvedecek bir kaos yaratma durumu içerisine girer. Kaosları yeniden düzen haline getirmekle uğraşacaktır. Her kaos bir düzen, her düzen bir kaos yaratma durumundadır. Artık hiçbir şeyden bir şey beklemeyen bense ne kaostan ne de düzenden şikayetçiyim. Polislikten kendi irademle ayrıldım. Bir çoğu bu durumdan şikayetçiydi. Arabama yeni bir alıcı bulup satıştan gelen parayla, biraz kenara bıraktıklarımla ömrümün geri kalanını idame ettireceğim düşüncesine kapıldım. Uyanıyorum, bir şeyler yiyorum, uyuyorum. Uyanma ve uyuma arasında birkaç hatrı sayılır davranışım olduğu söylenir. Rafael ve Alfred'i gerektiğinde ziyarete gidiyorum. Tanrıyı da unutmamam gerekiyor. Bugün galiba tanrıyla olan sohbet günüydü. Yola çıktım. Bir vergi kaçakçısının yaptırdığı kiliseye gitmem gerekiyordu. Bazı insanlar iyilikleri arkasında kötülüklerini gizlerler. Benim gizleyecek çok anlamlı iyiliklerim veya kötülüklerini yok. En azından bizden çaldıklarını bizlerin bir çıkış kapısı olarak gördüğü tanrıya harcıyorlar. Güç, her zaman zayıftan korkar. Bir gün zayıflığın otoritesini yıkacağı düşüncesi gücün yıpranma, deformasyona uğrama, bir telaş içerisine girmeye iter. Güç, zayifa; zayıfsa güçlüye hizmet eder. Yolda ilerliyorum. Uçsuz bucaksızmış gibi. Hiçbir zaman bitmeyecekmiş gibi. Sonlu olan bu nefeslenmenin sonsuzluğuna olan inançları güçlendirmek için vardır uzun yolculuklar. Sonuna geldiğinizde garip bir burukluk içerisine girersiniz. Bu tabunuzda kafasına silahı dayayıp yok olmak ve miadını doldurmak üzere eylemsellik içerisine girmiştir. Yoldan geçen arabaların her birine ellerimi kaldırdım. Şimdilik hala uzun yoldayım. Umarım, herhangi biri beni görür. Tam bu düşünce içerisindeyken tanrı galiba sesimi duymuş ve yardımıma koşmuştu. Araba biraz ileride dursa da ona yetişmek için birkaç adım atmam yeterliydi.
- Merhaba, ilerideki kilisenin yakınlarından geçecek misiniz?
- Merhaba, galiba oradan geçeceğim.
- Biniyorum
- Tabi, buyurun.Zamanımın bir kısmının bana kalacağı düşüncesini seviyorum.
- Nasılsın kardeşim?
- İşe yetişmeye çalışıyorum, nasıl olmamı beklersin?
- Beklemekten çok yoğun bir stres altında olduğunu biliyorum. Streslisin.
- Galiba biraz öyleyim. Bu durumu sana yansıttığım için özür dilerim.
- Yok, önemli değil. İnsan her zaman mutluyken bir omuz aramaz. Bazen de mutlu olmadığımızda bir omuz ararız.
- Haklısın. Nereye kadar bu şekilde ilerleyecek? Her sabah aynı şeyleri yapmaktan bıktım. Tatil günlerimde aynı. Her şey aynı.- İnsan her zaman düzen istemez. Düzen sıkıcıdır. Rutin içerisinde olmak sadece laboratuvar farelerinin bir özelliğidir. Sana kötü iki haberim var. Birincisi kiliseye geldik. İkincisi içinde sen bulunduğun durumu kabul ettikçe ölene kadar devam edecek.
- Seni müsait bir yerde bırakayım.
- Her şey için teşekkür ediyorum. Bir sonraki pazar aynı yerde olacağım. Kısa sohbetler için eli havada olan insana dikkat etmen yeterli olacaktır.
- Rica ederim.
Arabadan indim. Yolculuğum hala bitmiş değil. Yolculuğumun uzunluğu hakkında aynı fikirde değilim. Etrafta dolaşan milyarlarca ihtimalden biriyim. Tanrı, benim ihtimalimden ne bekliyor olabilir? Dünya'yı cennet bahçesine çevirmemi mi? Bu soruları sohbet esnasında sorsam daha iyi olacak. Aksi takdirde kendi kendime konuşmaya, insanlar tarafından etiketlenmeye başlayacağım. Bu hiç iyi bir başlangıç değil. Bu başlangıcın sonu çok sevdiğim fikir arkadaşım Freidrich'in sonuyla benzer bir sona doğru seyahat etmek istiyor. Neyse, Freidrich. Artık senin olmak istemediğin bir yerdeyim. Senin durumun konusunda sonra tartışırız. Ben tartışırım. Sende dinlersin. Görüşürüz. Kiliseden içeriye bir ayağımı attım. Diğeri de ona eşlik etti. Ayaklarımın birbirine ve tanrıya olan inancından şüphe duymaması ve bağlılık içerisinde olması güzel bir durumdur. Ayaklarım toplumun örneklem kümesini oluşturuyor zannımca. Toplum, her ne kadar kutuplar içerisinde hareket etse de birbirine olan tutkusu kısmen barışı sağlar nitelikte. Galiba içeride pazar toplantısı yapıyorlar. Ben toplantıları sevmem. Her kafadan farklı bir düşünce bu düşüncelerin devamında her kafadan farklı bir ses çıkar. Ben sessizlik içerisinde haykırmak istiyorum. Kısa bir süreliğine dışarıda bulunmam gerekiyor. Ayaklarım sizleri kendi istediğim şekilde hareket ettirdiğim ve bu durum için sizle istişare etmediğim için özür dilerim. Dışarı çıkmam için ayaklarımın gönlünü almam lazımdı.
- Max, hoş geldin.
- Hoş bulduk. Suzan.
- Nasılsın?
- Rahibe Teressa gibiyim. Etrafa iyilikler, güzellikler saçıyorum.
- Kendini toparlayabildin mi?Buruk bir gülümsemeyle cevap verdim.
- Kendimi toparlamak mi? Zihnimin içerisinde dönüp dolaşan sadist, hayalet düşünceler varken kendimi toparlamak ütüyü masanın üzerinde bırakıp masanın yanmaması için dua etmek gibi. Anlamsız, saçma, olanaksız. Biraz daha zamanı var demekle yetinmek istiyorum. Sen nasılsın?
- Yeteri kadar iyiyim. Daha fazlasını istemiyorum. Daha fazlası her zaman bir hüzün getiriyor.
- İyilik ve kötülük yaşamın içerisindedir. Sen ne kadar istemesende bu durumlar seni bulmak zorundadır. Her zaman sıradan bir mutluluğu seçmemeli insan. Sıradan mutluluklar sıradan insanlar yaratır. Ben senin sıradan bir insan olmadığını düşünüyorum.
- Yoruldum artık, sürekli yeni bir duygu aramaktan yoruldum. Her şeyden yoruldum. Bu düzen yorgunluğumu alıyor. Ben böyle iyiyim.
- Senin adına sevindim.
- Bende senin adına sevinmek isterim.
- İhtimalleri göz ardı etme. İllaki benimde yaşamıma bir bahar gelecek. Umarım o bahar geldiğinde yanımda sende olursun ve baharın nasıl bir şey olduğunu görebilirsin.
- Umarım, neyse benim içeriye geçmem gerekiyor. Tanrı yanında olsun.
- Görüşürüz, iyi dileklerin için teşekkür ediyorum. Umarım, tanrıda senle aynı fikirdedir.