Suzan içeriye girdi. Bense ağzımdaki sigaramla melankolik olan hayatımı paylaşıyorum. Ne zordur şu günahlarla dolu evrende vicdanlı kalabilmek. Hayatla aramda bir problem yok uyum sağlama dışında. Neden bir başkasının yaşam hakkını gasp etme gereği duyar insan? Neden bu gasp ediş bu kadar canice olur? Her şey ortada aslında. Bana ağır gelen ya da yapmak istemekte zorlandığım tek şey uyum sağlamak. Ölümlere, ölülerin bıraktığı anılara uyum sağlamak. Ne kötü bir cümle haline dönüşür uyum kelimesi. Aslında baktığımızda bir kadın güzel bir kelimedir. Asla insanı rahatsız etmeyecek, asla varlığından şüphe duymadan inanılacak, asla hiç eleştiriye kurban gitmeyecek bir kelimedir uyum. Kelimeler insanlar gibidir. Kimileri zamanı tutturamaz kimileri senin iyi olduğun bir anda yanında var olur. Nerede, nasıl, ne için kullandığın önemli kelimeleri. Yaşamda kelimelere benzer. Geç bir vakitte uyumayan bir çocuk düşünceler içerisindedir. Baş belası düşünceler, başımızdan bir türlü def edemediğimiz, bir mezarlık bulup gömemediğimiz düşünceler.. Hayatta kalmak istiyorsak hemen bir kürek alıp böyle bir beyinden kurtulmamız gerekecek. Ağzımda garip bir acı hissettim. Derinleşen bir acıya bedenim tanıklık ediyordu. Fiziksel bir acıydı sanırım. Eğer ruhsal bir acı olsaydı hemen farkında olabilirdim. Sigaranın izmariti dudağımı yakmıştı. Düşüncelerimi bir yere götürüp bir daha dönmesin diye bırakmak için bir fırsat daha. Hemen dudağıma yapışan izmariti yere bıraktım. Biraz duraksadım. Ellerimle dudağımın ne halde olduğunu kontrol ettim. Telefonumun ekranından dudağıma baktım. Biraz kızarmış, biraz da içinde bulunduğum düşünceler dolayısıyla bana kızmıştı. Yerdeki izmariti alıp cebimdeki yaptığım aparata koydum. İçerideki ses sonunda durmuş olmalıydı. Birazcık kontrol ettim. İçerisi savaş meydanında ( kazananın olmadığı) verilen mola gibiydi. Herkes biraz kendi derdine düşmüş, gözüne yaşadıkları, pişmanlıkları, yapmak istemeyip yapamadıkları, sevdiği insanlar, geride bırakacakları ya da çoktan bıraktıkları insanlar geliyordu. Bense köşeme çekilip kendimi seyirci moduna almıştım. Birazdan tanrıyla sohbete başlayacak, ardından hiçbir şey olmamış gibi arkama bakmadan gidecektim.
- Merhaba, Tanrım. Umarım, beni özlemişsindir. Senin için buradayım. Her zaman senin için buradaydım. Sen isteyene kadar buradayım. Tanrım seninle konuşurken cümlelerin kafası karışıyor. Benim doğru cümleyi bulduğumu düşünmeni isterim. Bu haftayı diğer haftalardan ayıran pek bir şey olmadı. Bunun sende farkındasındır. Kime ne anlatıyorsam ben? Ben sana olan isyanımı uzun zaman önce beyaz bayrak çekerek sonlandırdım. Umarım beni bir an önce yanına alacak kadar çok özlemişsindir. Görüşürüz. Mekansız, zamansız, sınırsızlıkları içinde bulunduran.. Haftaya kadar kendime iyi bakmaya çalışacağım. Umarım, aynı fikirde değilizdir.
Mumu üfledim. Kiliseden dışarı çıkıp bir köşeye oturdum. Mumu tekrar yaktım. Ateşin yanmasını uzun bir süre izledim. Bir boşluk içerisindeyim. Kendini evrene bırakmış oradan oraya sürüklenen bir cismin harekete olan sarhoş bakışı gibiyim. Nereye hareket edip, nereye gideceğimi bilmiyorum. Bir boşluğun içindeyim. İçimdeki boşluğu dolduracak bir doluluk durumu fizik yasalarınca tespit edilemedi. Alın size bilimin eksik kaldığı bir nokta. Bu hafta aldığım mumun üreticisi burada fazla oturmamı istemeyecek şekilde üretmiş mumu anlaşılan. Tam yerden kalkıp evime doğru hareket edecekken omzuma bir elin bastığını fark ettim. Gözlerimle gözlerine bu boşluğu hatırlaması için bir izlenim bıraktım. Hiç beklemeden konuşmaya başladı. Bir an olsun doğrulamamı beklemedi.
- Merhaba, Max.
- Merhaba, Angelina.
- Nasılsın?
- Gördüğün gibiyim. Sen nasılsın?
- Görmek istediğin gibiyim. Beni ziyaret etmeni istiyorum. Bu aralar beni aksatıyor olabilir misin?
- Seni tanıyor muyum?
- Aptal adam. İsmimi biliyorsun da kim olduğumu bilmiyor musun?Yüzüme inen tokatın sertliğini hissedebildim. Aslında bu hayali bir tokatti. Kullandığım ilaçların yan etkileriydi. İlk defa doğru bir yan etkisine rastladım ilaçların. Eşimin mezarına uzun zamandır gitmiyordum. Nerede olduğunu hatırlamaya çalıştım. Duraksadım, eşimin mezarının nerede olduğunu unutmuş olamazdım. Bu kötülüğü eşime yapmış olmayı istemem. Beni nefretten alıp sevginin varlığına inandıran insana bu kötülüğü yapamazdım. Tanrım, lanet olsun. Tanrım... Hayır, hayır, hayır... Gökyüzüne uzun bir süre bakıp beynimin en derin köşelerine inip o adresi bulmam gerekiyordu. Biraz uzun sürecek olsa da ömrüm boyunca o adresi arayacak olsam da bunun uğrunda geçen zamana hiçbir şeyi değişemem. O benim evrenimi aydınlatan ışık, o gözlerimin hatırlayacağı ilk ve son şey. Onu anlatacak bir şiiri, şairi bulduğum yerde canını alacak kadar seviyordum. Tekrar düşün. Hadi, Descartes. Neredesin? Düşünüyorum, o halde adresi buluyorum. Hadi, biraz daha derinlere inmem gerekiyor. Buruk bir gülümsemeyle kendime geldim. Biliyordum. Bilmenin getirdiği sorumluluk haline rağmen biliyordum. Sen benim sırtlandığım en değerli sorumluluksun. Bilme durumusun. Suzan'ın yanıma yaklaştığını görür gibi oldum. Evet, gelen oydu.
- Kendi kendine konuşmayı bırak. Bütün insanlar seni izliyor. Şu ilaçları kullanma diye kaç defa söyledim sana. En azından buraya gelirken kullanmasan olmaz mı? Bir insan neden defalarca uyarıldığı halde aynı davranışı yapar ki? Neden?
- Biraz sakin olmayı denemelisin. Bir dahaki sefere daha dikkatli olacağımdan emin olabilirsin. İnsanlar beni mi izliyor? Bırak izlesinler. Ne zararım dokunabilir ki onlara? Zaten birçoğu ömürlerinin büyük bir kısmını çalışarak geçiren karıncalar. Bırak izlesinler Suzan.
- İnsanların seni izlemesi problem değil. İnsanlar senin her pazar aynı şeyleri yapmandan şikayetçi. Pazar günleri gelirken kaç defa dememe rağmen yine aynı şeyler.
- Suzan, sakin ol. Ben tanrının evine geliyorum. İnsanların evlerine değil. Bu bir problem durumu olsa bile bunu biz tanrıyla aramızda çözecek olgunluğa sahibiz. Sizlere ne oluyor? Ne bakıyorsunuz? Ne var halimde? Sizler gibi olmadığım için mi böyle bakıyorsunuz? Bırakın gidin başımdan. Bırakın gidin. Beni rahatsız etmeyin. Geliyorum sadece duamı yapıp gidiyorum. Gidin sizi kandıran sahtekar politikacılarla yüzleşin, sizi kandıran bürokratlarla yüzleşin... Birçok şeyle yüzleşmeniz gerekecek. Bana sıra geldiğinde söz veriyorum sizlere her zaman olduğum yerde olacağım. Şimdi beni anlıyor musunuz? Niye sesiniz çıkmıyor? Bağırıyorum diye benim ruhsal sorunlarım olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Asıl ruhsal sorunu olan kimler biliyor musunuz? Her iyi şeyin sonunu getirecek olan sizlersiniz. Sabah kalkınca aynaya bakmanızı ve beni bir daha gereksiz bakışlarınızla rahatsız etmemenizi istiyorum. Anlaştık mı? Galiba aynı dili konuşmuyoruz bu insanlarla. Anlaştığımızı düşünüyorum. Görüşürüz, Suzan.
- Gel buraya. Bu insanların hepsinden teker teker özür dileyeceksin.
- Ne yaptım da özür dileyeceğim? Ozon tabakasını delmedim, doğayı katledip yüksek katlı beton yığınları çıkmadım. Bu insanlara özür dileyecek herhangi biri varsa ki var o ben değilim.
- Öyle arkana bakmadan gidemezsin.
- Tam da bu şekilde olacak Suzan. Tam da bu şekilde. Öyle arkama bakmadan gideceğim. Arkama bakmak için akıllı bir nedenin yok. Akıllı bir nedenin olduğunda bu konuyu tekrardan filozoflar gibi masaya yatıralım..
- Sana diyecek bir şey bulamıyorum.
- Bazen bende kendim hakkında senin bu düşüncene kapılıyorum. Şimdilik kendine iyi bak. Sizlerde kendinize iyi bakın. İşten ve bu bakımdan arta kalan zamanınız olursa bana bakabilirsiniz.
- Saygısız.
- Evet, öyleyim.. Eklemek istediğin başka bir kötü özellik varsa bana maille gönderebilirsin. Mailim blablabladatcom.
- Sahtekar.
Seslerden uzaklaştıkça sakinleştiğimi fark ettim. Bu durumun böyle olmasını istemiyor olsaydınız bir uyum içinde yaşayıp beni hasta etmezdiniz. Ben hasta bir toplumun ürünüyüm. Benden nasıl sağlıklı olmam beklenebilir ki? Eve dönüş yolculuğu başladı. Sesler tamamen toprağa karışıp birkaç duayla gömüldü.