3- Milyonda bir Sen

96 12 14
                                    

Sabah saat 05.00 ve buz gibi havada dışardayım. Neden? Jimin nehrin kenarında koşu yapıyor.

Tutma yerlerine sıkı sıkı yapıştığım scooter'la belli bir mesafeden arkasındaydım. Üzerimde beni penguen gibi gösteren bir kaban vardı ve siyah olduğu için gecede kayboluyor olmalıydım. Tabi scooter'ın gıcık ışığı olmasaydı.

Jimin yolun ortasında uzun bir adamla buluşup tokalaştıktan sonra koşmaya devam ettiler. Namjoon muydu o? Onun cüsselerinde gibiydi.

Vızıltılı taşıtımla arkalarından gitmeye devam ettim. Ara sıra bir iki koşucu ve bisikletçi daha geçiyordu neyseki. Böylece fazla dikkat çekmiyordum. Hafif ağrıyan göğsümü sıvazladım. Ağrı kesici almam lazımdı.

Bir saat kadar koştuktan sonra arabasına geri dönüp çalıştırdı. Kendi arabama binip onu takip ettim. Pekala sabah koşuları yapıyoruz... koşmaktan nefret ederim.

Asansöre onunla beraber bindiğimde bana bakıp sinirli bir şekilde soludu.

"Günaydın." dedim kibar bir komşu olarak.

"Cidden..."

"Efendim?"

"Cidden buna devam mı edeceksin? Yapacak başka bir şeyin yok mu senin? Git çalış bir şey yap, hayatını heba ediyorsun."

"Yeterince çalıştım." omuz silktim. "O nedenle çok param var. Daha fazla çalışmayacağım."

"Ha bir de zenginsin yani. Odanda posterlerim falan doluysa, hatta gerçek boyutlu kartonum falan varsa seni polise teslim edeceğim."

Güldüm. "Bütün army'i teslim etmen gerekmez mi o zaman?"

"Hepsi beni takip etmiyor." dönüp bana bakınca ben de ona baktım. "Bunu yapmamalısın."

"Hiçbir şey yapmıyorum ki ama... bir zararım yok."

"Zararın yok mu? Beni delirtmek dışında?"

"Delirmene gerek yok ki?"

"Tanrım..." asansör açıldığı an inip kapısını arkadan çarparak evine girdi.

Bir hukukçu olarak söyleyebilirim ki yaptıklarım boktan farksızdı... onu takip edip rahatsız ediyordum. Ama sadece bir süre daha... sonra artık burada olmayacağım bile.

***

"Sen kimsin?" oturduğum masada üzerime eğilen uzun birinin konuşmasıyla başımı kaldırdım. Biraz içim geçmiş olmalıydı çünkü az önce çaprazımdaki masada Jimin'le birlikte yemek yiyen Jungkook tepemde duruyordu.

"Merhaba," hafif gülümsedim. "Beni umursamayıp yemeğine devam et lütfen." onu kışkışlarcasına elimi salladım.

Karşı masadan Jimin'den bir homurtu duyuldu.

"Kook, ilgisini çekmedin galiba." Seokjin'in seslenmesiyle çenemi ellerime yasladım.

"Ben?" Taehyung olduğumuz tarafa dönüp gülümsedi. "Jimin'i bırakıp beni takip etmeye başlayabilirsin."

"Kafayı yemişsiniz." dedi Jimin çubuklarını yemeğine saplayarak.

"Ne var? Demin gülüyordun ama, Jungkook'u kışkışladığında."

"Beni kışkışlamadı." Jungkook dudak büküp bana döndü. "Beni kışkışladın mı?"

"Seni kışkışladım. Üzgünüm."

"Sadık bir stalker. Ne tatlı." Seokjin cam silme sesiyle güldü.

"Jimin'i neden takip ediyorsun?" Jungkook yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Dışarıdaki havanın karardığını ve bulunduğumuz kafenin tamamen boşaldığını fark ettim. Zaten üyeler öncesinde maskelerle otururken şimdi çıkarmışlardı.

MİLYONDA BİR KIZ (BTS-JİMİN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin