Keyifli okumalarrr
❤️Çağlar saat üç buçuğa doğru askeriyeden ayrılmış mağazaları gezmeye başlamıştı. Arada sırada bana beğendiği elbiselerin fotoğraflarını atıyordu. Özellikle kısa elbiseleri istemiyordum çünkü zeybek oynayacaktık.
Telefonumu kenara bıraktım. Ve önümdeki dosyaları incelemeye başladım. Ben Komando Timi'nin yanındayken buradaki timlerde boş durmamışlardı. Başında Ebiş'in olduğu tüm saldırıları engellemişlerdi, hiçbir sivilin canına zarar gelmemişti. Ancak bu görevlerin çoğunda Karan Binbaşı yoktu. Neden olmadığını ise bilmiyordum. Düşünmemeye karar verip başımı ellerimin arasına aldım. Başım ağrıyordu. Artık emindim migrenim vardı! Ağrı kesici aradı gözlerim ama bulamadım. Bende revirden almaya gittim. Kapıyı çalmadan içer girdim. O sırada Karan Binbaşını gördüm, yanındaki hemşire ona pansuman yapıyordu.
"Hemşire hanım, bana bir ağrı kesici verir misiniz?" Kadın yüzünü bana döndü ardından başını sallayıp ayağa kalktı. Karan Binbaşının kolunda bir kaç dikiş vardı.
Ne oldu acaba?
Bize ne?
Doğru bize ne ki?
Hemşire dolaplardan birini açıp bana bir ağrı kesici uzattı.
"Neden istemiştiniz?" Hapı elinden aldım.
"Baş ağrısı." Kısaca cevapladım onu. Arkamı dönmüş revirden çıkacağım esnada Karan Binbaşının sesini duydum.
"Neden Çağlar'la birlikte gitmedin?" Normal bir ses tonuyla konuşmasına rağmen sesindeki pişmanlığı fark etmiştim. Hiç üstüme alınmadan kapının kolunu aşağı indirerek kendimi dışarı attım. Yanımda suda yoktu. Odamdan para alıp kantine indim. Bir asker duruyordu. Masalarda askerler oturuyordu. Suyumu alıp boş bir masaya oturdum. İlacı yuttuktan sonra derin bir nefes aldım. Yanıma yaklaşan adım sesleri iş
"Komutanım nasılsınız?" Bu ses Tuğba'ya aitti.
"İyiyim gelin hanım sizler nasılsınız?" Eğlenceli bir tonda konuştum. O ise utangaç bir gülümseme gönderdi.
"İyiyim komutanım, gelecekmişsiniz düğüne çok sevindim." Kafamı onaylarcasına salladım. "Zeybekte oynayacakmışsınız."
"Evet Tuğba üsteğmenim. Zeybek nerede ben orada. Damat beye bir şov yapmayalım mı?" Çağlar'dan aldığım bilgilere göre damat yunus polisiydi.
"Sağolun komutanım tekrardan. Görüşürüz sonra." Selam verip yanımdan uzaklaştı. Biraz daha orada oturduktan sonra bahçeye çıktım. Bazı erler eğitim yapıyordu. Yarın ise benim erlerle eğitimim vardı. Kollarımı sıvazlayarak banka oturdum. Mont giyinmemek çok yanlış bir karardı. Boğazımda ağrıyordu.
Ayıp olmazsa bir şey sormak isterim...
Sor.
Acaba? Bak bir ihtimal ama! Hasta olmuş olabilir miyiz?
Olabiliriz, bizde insanız sonuçta.
Bizde insansak bize niye robot gibi davranıyorlar Kalben?
İç sesime de cevap vermemeyi seçtim. Gözlerimi bahçede gezdirirken girişte bir araba fark ettim. Bir yerden tanıdık gelmişti. Kaşlarımı çatarak arabaya daha dikkatli baktım. Araba durdu içinden biri indi. Ama nasıl inmek! O heybet nedir be? Gözlerimi apoletlerine çıkardım. Tuğgeneral Nazım ÇELİK tüm asilliği ile bana doğru yürüyordu.
BABAMIZ GELDİİİİ!!
Hızla ayağa kalktım.
"Binbaşı Kalben ÇELİK Ankara. Emredersiniz komutanım." Ciddi yüz ifadesinin yanında gururlu bir bakış ortaya çıktı. Babam benimle gurur duyuyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİNBAŞIM
Short Story"Ne bekliyordun?" "Hiçbir şey beklemiyordu-." Cümlemi tamamlamama izin vermedi. "İki güzel söz, bir güzel bakış, iki sarılış. Başka! Başka ne oldu! Ne bekliyordun seni seveceğimi falan mı?" Güldü alayla. İnanmak istemedim. Böyle sözler edecek kadar...