1: Yıldız ve Işık Kulesi

84.4K 4.1K 6.8K
                                    


Herkese merhaba sevgili bunu okuyanım!

ÇOK ÇOK ÖNEMLİ: Bu bölüm "Hepimiz Gökyüzü Olmak İstedik" serisinin üçüncü kitabından sahneler içermektedir. Serinin ikinci kitabını (Krallar ve Soytarıları) okumadıysanız sizin için spoiler olacaktır, bilginiz olsun.

NP: Patrick Watson, Lighthouse

*

Zamanın ötesinde, yeryüzünden daha da uzaklardan gelen acı bir kıyımı tekrar tekrar yaşıyordum. Göğe kadar yükselen alevler ve şehri dört bir yanından saran ışık gölgeleri birbirine girmişti. Alevlerin yanar döner hali yüksek duvarlarda, surların altından geçerek suyun diplerine dek ulaşıyordu. Dört bir yandan uyarı çanları diyarı kuşatıyor, köprünün üzerinden yükselen ezgi felaketin acı sonuna nokta koyuyordu. Çaresizlik mücadeleyi doğurur, mücadele başka bir savaşın kapısını aralar. Çığlıklar ve yeri göğü inleten haykırışlar her bir darbenin sonunda daha da yükseliyordu. Bu bir senfoniydi ve her ritimle birlikte öncekinden daha fazla kan dökülüyordu.

Beyazın ağırlıkta olduğu ışık desenleriyle sarılmış kristal köprüler yıkılıyor, krallığın her köşesini süsleyen inciler yerlere saçılıyor. Suyun üzerindeki her şey alabora oluyor. Sancaklar yere kadar inmiş, flamalar dağılmış, kılıçlar düşmüştü. Kimse kaçmıyordu ama artık savaşmıyorlardı da. Bembeyaz tenlerinin üzerindeki kan lekeleri hiç çıkmayacakmış gibi duvarlara sıçrıyor. Sarayın etrafını çeviren tüm koruyucu bariyerler yıkılıyor. 

Ve ben nefes nefese gözlerimi açıyorum.

"Nova," diye yanıma geldiğinde dirseklerimin üzerinde doğrulmuştum. Gözlerim gördüklerimin bir yanılsama olduğunu kanıtlamak istercesine etrafta dolandı. Deniz fenerinin birbirinin üzerine binmiş kareler halinde olan taştan duvarları hala buradaydı. Duvarların hemen dışında kayalıklara çarpan güçlü dalgaların sesi kulaklarıma doldu. Ahşap çerçeveli pencereden içeriye giren rüzgar ıslık öttürüyor ve içeriyi deniz tuzu kokusuna boğuyordu. Uzandığım yerden bile günışığının altında denizin akıl almaz akıntısını görebiliyordum.

"Kabus gördüm sanırım." Uykudan yeni uyandığım için çatallı olan sesim boğazımın ne kadar kuruduğunu hatırlattı. Koltukta içim geçmiş olmalıydı. Tamamen doğrularak bacaklarımı aşağı sarkıtıp nefesimin düzene girmesini bekledim.

Bu kaçıncı olmuştu?

"Ne gördün?" diye sordu dikkatlice. İri yarı bedeninin gölgesi üzerime düşmüştü. 

"Daha önce Arın'ın gösterdiği bir şeyi." İsmini söylemek de bu anı hatırlamak da irkilmeme neden oldu. Toprak Lordu Amon saldırdığında Su Krallığı'na ait taşı korumaya çalışırken Arın tek bir damla gözyaşıyla bana krallığımızın saldırıya uğradığı o günü göstermişti. Büyük Yıkım. Cennet gibi olan krallığımızın nasıl yıkıldığını. Halkımızın nasıl katledildiğini.

"Su Krallığı'nın yıkılışı," diye fısıldadım isteksiz bir şekilde. Terlemiş olmama rağmen tüylerimin ürpermesine engel olamadım. Sesli söylediğinizde gerçek olmasından çekindiğiniz endişelerden biriydi.

"Korkular tetikleniyor, bu da bilincinizi birbirinize bağlıyor. Sakin olmaya çalış." Gölgesi gibi gözlerini de üzerimde hissedebiliyordum ama kendi gözlerimi sıkı sıkı yummuştum. Ses tonu beni rahatsız ediyordu. Bana yine o sorun değil tonlamasıyla konuşuyordu. Bunlar olabilir ve hatta bunlar olacak, bu sorun değil. Neredeyse normal.

Gidip pencerenin kenarındaki kalın taş çıkıntının üzerinden su şişesini getirdi. Parmaklarımın arasında sessizliği rahatsız edici biçimde bölen hışırtılar çıkaran şişeden birkaç yudum içip kenara bıraktım.

EJDERHA ve YILDIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin