'Rüyalar sihir gibidir. Parıldar, parıldar ve ortadan kaybolur.'
Dreamer ft.TXT
Choi Soobin:
Ne zaman insanların bakışlarından kaçmaya başladım, hatırlamıyorum. Bir zamanlar tüm gözlerin benim üzerimde olduğu hayaller kurardım. Artık ne bir hayal ne bir düş kaldı ellerimde. Büyümek böyle bir şey belki de. Gerçekdışı düşünceleri bir kenara bırakarak sadece önüne baktığın o an... Peki ya gerçekten istediğim bu mu? Ruhumun arzuladığı şey sadece bir avuç dolusu para ve saygınlık mı? Hayır. Bu ben değilim. Yaşadığım hayat bana aitmiş gibi hissettirmiyor. Bir başkasının hayalini yaşıyorum. Bir başkasının yolunda yürüyorum. Bu yol yürümem gereken, yürümek istediğim yol değil. Fakat buradan devam etmekten başka seçeneğim de yok. Çünkü bu yol uğruna ilerlerken asla arkama bakmadım. Biliyordum bir kez bile dönseydim arkama, koşa koşa kendi yoluma sapardım. Ama ben ilerledim, ilerledim ve ilerdim; ta ki kendi yolumu kaybedene dek. Öyle bir noktaya geldim ki kendi yoluma dair herhangi bir iz ne görebiliyor ne duyabiliyorum. Yeni bir yol çizmek için ise çok yorgunum.
Vazgeçmek mi bu yoksa kaderine boyun eğmek mi? Her türlü sonucunda mağlubiyete uğradığın ve karşı tarafa teslim olduğun sürece bir savaşta nasıl yenildiğin bir önem arz eder mi ki?
Üzerime duman kokusuyla karışık Kai'ın kokusu mesken edinmişken ağır adımlarla merdivenlerden çıktım. Soğuktan kızarmış ve hala titremekte olan ellerimle zar zor açtım oturduğumuz dairenin kapısını. Karanlık evde tek ışık odamın kapısının kenarlarından sızan parlaklıklardı. Arkamdan kapıyı sessizce örttüm ve uyuşuk hareketlerle zemini izleyerek girdim odama. Sarı ışık gözlerimi kamaştırırken arkamdaki kapıya yaslanarak gözlerimi kapadım bir süre.
"Sonunda geldin, demek."
Annemin sesiyle gözlerim hemen aralandı ve yatağımda oturan kadın silüeti bulanık bir şekilde beni karşıladı. Nefesim kesilirken birkaç saat önceki ruh halim perdelerini üzerime örtmeye başlamıştı bile. Yaşaran gözlerim ışıktan mıydı yoksa annemin varlığından mı emin olamazken, tok sesiyle konuşmaya devam etti.
"Neredeydin, Soobin?"
Boğazımdaki yumruyu yumuşatmak istercesine yutkundum. Dudaklarım taş kesilmişken boş gözlerle anneme bakmaktan başka bir şey yapmadım. Belki de yapamadım. Onun otoritesi altında ezildim ve karşısında küçücük oldum.
"Belki de yanlış soruyu sordum," dedi annem ve gözlerini benden kısa süreliğine uzaklaştırarak iç çekti. Keskin bakışları diri bir öfkeyle bulurken tekrardan gözlerimi daha sert bir tonda konuşmaya devam etti. "Her gece nereye gidiyorsun, Soobin?"
Kanım dondu o an. Ellerim ve ayaklarım karıncalanmaya başladı. Boğazım kurudu ve dudaklarım titredi. Yakalanmış olmanın getirdiği suçluluk duygusu ruhumu işgal etti ve her bir hücremi zehirledi. Sessiz kalışım annemin histerik bir gülüş atmasına yol açtı.
"Gerçekten fark etmeyeceğimi mi sanmıştın?" dedi ve yataktan kalkarak odanın içinde volta atmaya başladı. "Sen her gece sessizce evden çıkıp giderken ve bazen dakikalar bazen de saatler sonra dönerken gerçekten bundan habersiz mi olacağımı sandın?"
Bir titreme bedenimi ele geçirdi ve ben annemin sözleri altında pişmanlıkla inlemek istedim. Ağlamak ve beni affetmesi için ayaklarına kapanmak istedim. O kadar acizdim ki hiçbir hatam olmadığını fark edemedim ve özür dilemesi gereken annemken, ben ondan af dilemek istedim.
"Sana sadece bir kez soracağım, Soobin." dedi annem ve tam karşımda devasa bedeniyle dikildi beni korkutmak istercesine. Ne kadar boyum ondan uzun olsa ve daha yapılı olsam da kendimi o kadar minik hissediyordum ki karşımda küçükken kabuslarımda beni kovalayan bir dev vardı sanki. "Her gece o çocuğun yanına mı gidiyorsun?"
Ne bir kelime terk edebildi dudaklarımı ne bir harf. O çocuk... Kai'den bahsettiğini adım gibi biliyordum. Gözyaşlarıma sığınak o çocuktan annemin ne kadar nefret ettiğini de biliyordum. Annem de belli ki şunu fark etmişti, ona karşı isyan çıkarmamın sebebinin Kai'ın bana ışıltıyla bakan gözleri olduğunu, içime işlediği huzur ve güç olduğunu, benim kaçış rotam haline geldiğini fark etmişti. Ve ben de biliyordum ki annem buna izin vermeyecekti. Tıpkı ilk arkadaşımı benden aldığı gibi Kai'ı da benden alacaktı.
"Hayır," diye mırıldandım güçsüz bir sesle. Kai'ı kaybetme düşüncesi tüylerimi ürpertmişti. Bir daha Yeonjun ve Kai ile şarkı söyleyemeyecek olduğum düşüncesi içime bir zehir salmış ve ruhumu delip geçmişti. Onları da kaybedemezdim.
"Bana yalan söylediğini biliyorum, Soobin. Her gece o lanet olasıca veletle beraber olduğunu biliyorum."
Annem sert sesiyle ve devasa bedeniyle beni kapıyla arasına sıkıştırmışken aynı kelimeyi tekrar ve tekrar sayıklıyordum.
"Hayır, hayır, hayır..."
"Söyle bana ne yapıyordunuz onunla! Kim bilir senin neler yapmana sebep olmuştur! Kendi günahlarına seni de alet etmiştir o şeytan!"
Hıçkırıklar ve çığlıklar boğazıma kadar tırmandılar ama hiçbiri kafeslerinden çıkamadı. Tırnaklarım delip geçti derimi ama kan bedenimden ayrılmamak için direndi. Kapıya yaslanmış bedenim aşağı kaydı ve annemin karşısında daha da küçüldüm.
"Seni fahişelik yap diye yetiştirmedim ben! Her gece bir erkeğin kollarına gir diye mi okutup büyüttüm seni! Söyle bana, Soobin!"
Elleri, omuzlarımı kavradı ve üzerime eğilerek beni sarsmaya başladı. Korku dolu gözlerim annemin dolmuş gözleriyle buluşurken bedenim sert tutuşları arasında titriyordu. Kai'ın bedenimi sarmalayışından o kadar farklıydı ki... Sesim kesilmişti. Annemin sesi ise daha çok yükseliyordu. Gözlerimi ondan kaçırdım.
"Büyüyüp bir doktor olarak bizi gururlandırman içindi tüm çabam! Hepsi sen güzel bir hayat yaşa, hayallerindeki hayatı yaşa diyeydi!"
Zeminde dolaşan dolu gözlerimi anneme çevirdim ve sessiz biz tınıda mırıldandım.
"Ama bu benim hayalim değil ki..."
Bitkin sesim annemi biraz olsun dinginleştirirken öfkesinin kırgınlığa dönüşmeye başladığını anlamıştım. Buna rağmen ruhumu, zehirli kelimelerinden bir an olsun sakınmadı.
"Sen elindekilerden memnun olmayan ve ne istediğini bilmeyen birisin. Bir anne çocuğu için en iyi kararları verir ve hayatında senin için verdiğim kararlar en iyisi oldu hep. Hayallerin olmasını anlıyorum ama hayat hayallerden ibaret değildir, Soobin."
Gözyaşlarımı taşıyamadım ve soğuktan kurumuş yanaklarımı nemlendirmelerine izin verdim. Kaybolmak istiyordum; bu evden, bu hayattan silinmek ve arkamda hiçbir şey bırakmamak istiyordum. Annem ellerini omuzlarımdan çekti ve sert bir ifadeyle yukarıdan bana bakmaya başladı.
"Bundan sonra o çocukla ne bir iletişime geçeceksin ne de bir daha gözleriniz buluşacak. Anladın mı beni?"
Korkuyla göz kapaklarım titredi ve bilinçsizce annemin ayaklarına kapanıp yalvarmak için hamle yapmak istedim. Annem buna izin vermeyip bir iki adım gerilerken sert sesiyle devam etti.
"Aksi takdirde, evde eğitimine devam edersin."
Acımasızcaydı. Bu yaptığı gerçekten acımasızcaydı. Reşit olmuş yetişkin bir birey olduğum halde zindan hayatı yaşamam adil değildi. Ama ne bu haksızlığı umursayan biri vardı ne de bana acıyan biri. Gözyaşlarım halıya damlarken ve koyu lekeler bırakırken annem odadan çıkmadan önce beni uzun bir sessizliğe sürükleyecek o sözlerini söyledi.
"Aynı lisedeki gibi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Peter Pan, SooKai✅
Fanfiction(sookai, minicik de beomjun) - "Ne hala orada dikiliyorsun? Sigara kokusu odama doldu, biraz uzakta iç." "Ne kadar da kabasın..." "Duyarsız biri olmaktansa kaba olmayı tercih ederim." - "Herkes kendi savaşında." "Öyle. Sen hangi taraftasın, peki?"...