Araba hareket ederken, başımı cama yaslamış, özlediğim sokakları seyrediyordum. Buradan gideli uzun zaman olmuştu. Buraya uğramayalı uzun zaman olmuştu. Acaba her şey bıraktığım gibi miydi? Sanmıyordum. Herkes, her şey birgün değişirdi. Ben sadece öyle olmasını umut ediyordum. Ne kadar düşük bir ihtimal olsa da öyle olmasını istiyordum. Elimin tersiyle akan burnumu sildim. Burnumdaki sızı, boğazımdaki yumru bile burayı ne kadar özlediğimi haykırıyordu adeta. Peki, neden dönmemiştim yıllarca? Bunun cevabını bende bilmiyordum.
"Ağlıyor musun?"
Başımı abime doğru çevirdim. Yüzünde küçümser bir bakış vardı. İstemsizce gözlerimi devirdim. Hiçbir zaman beni anlamamıştı. Anlayacak gibi de durmuyordu. Sevgi nedir, özlem nedir bilmezdi. Bunu yaşadıklarına bağlıyordum çoğunlukla. Kolay şeyler yaşamamıştı. Bende kolay şeyler yaşamamıştım fakat, onun kadar acımasız değildim.
"Yok. Ben gözümden işiyorum."
Göz devirme sırası ona geçti. "Burası için mi?" Geldiğimizi bile sonradan fark etmiştim. "Sana acıyorum aslında." diye devam etti sözüne abim. "Elinde milyarlarca liran var fakat, sen hâlâ burada takılı kalıyorsun."
Torpidodaki silahı alıp belime koyarken abime cevap verdim. "Anlamadığın şeyler var abi. Anlaman için, bir kalbinin olması lazım." Boş ve gereksiz bakışlarını umursamadan indim arabadan.
Onunla geçirdiğim her dakika, her saniye kendimden biraz daha nefret ediyordum. Onun gözünde biz istenmeyen çocuklardık. Herkes tarafından terk edilmiş kişilerdik. Kullanılmış çoraptan farkımız yoktu onun gözünde. Fakat ben, o şekilde düşünmüyordum. İnsanların bizi sevmesini, bizim onlara olan davranışlarımız belirlerdi. Gidip abim gibi insanları incitip, onlardan değer vermelerini beklemem saçma olurdu. Sevgi dediğin, saygı dediğin karşılıklı olmalıydı. Sevginin en güzel halini tatmış biri olarak söylüyorum size. Siz siz olun, asla size değer veren kişileri terk etmeyin.
Gözlerimi karşımdaki binaya çevirdim. Çatısı çökmüş, duvarları dökülmüştü. Yaşadıkları onu da yıpratmıştı belli ki. Kapısına doğru ilerledim. Yoğun nem kokusu burnuma dolmuştu. Bir dakika... Bu kokuyu özlemiş miydim? Hani bazı kokular insana huzur verir ya. Bazı kokular alır seni, ta yıllar öncesine götürür. Mutlu olduğun zamanlara... Gözümden bir kaç damla yaşın düşmesine izin verdim. Gözyaşı dudağıma doğru yol alırken çekedimin kenarıyla yüzümü sildim. Yapmam gereken içeriye girmekti. Korkunun ecele bir faydası yoktu. Buraya kadar gelmişken, geri dönemezdim.
Cebimdeki paslı anahtarı çıkarıp kapı deliğine, açmasını umut ederek yerleştirdim ve çevirdim. Maalesef istediğim gibi olmamış, kapı açılmamıştı. Başımı, arabanın camından beni izleyen abime doğru çevirdim. "Makine yağı var mı?" Bana uzaylıymışım gibi baktı. Peki, cevabımı almıştım.
Kapıyı var gücümle itmeye başladım. Bir, iki ve üç... Bir, iki ve üç... Tekrar. Bir, iki ve... Vesi yere kapaklanmıştım. Acıyı tüm iliklerime kadar hissediyordum. Her yerim sızlamıştı. Kim koymuştu bu yeri, buraya? Ben yerde sürünürken bir çift ayak gördüm. Ayakkabılarının ne kadar güzel olduğunu düşünmeden kafamı kaldırdım. Bu kişi... Bu kişi Hakan'dı. Ergenlik aşkım. Ben,onun burada ne işi olup, olmadığını düşünürken onun, şaşkın bakışları üzerimdeydi.
"Azra?"
Evet ismim buydu. Azra. Kutsal bakire. Herkes böyle söylerdi eskiden bana. Kısa bir an gülümsedim. Ama, bu çok kısa sürdü. Daha sonra, sorla da olsa yerden kalkıp, Hakan'ın karşısına geçtim. Gözlerini iri iri açmıştı. Beni görmeyi beklemiyordu belli ki.
"Hakan kim gelmiş aşkıığğğm" diyerek, yanımıza seksi bir kız geldi. Kız Hakan'ın tişörtünü giymişti sanırım. Çünkü tişört erkek tişörtüydü. Altında başka bir şey yoktu. O işi, bu evde mi pişiriyorlardı yani? Kızı umursamadan Hakan'a doğru döndüm. Soran bakışlarım onu germişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AZRA
Teen FictionBıçağın keskin ucunu boynumda hissetmemle, vücudumu bir korku sarmıştı. Beni öldürecekti. "Dur," dedim. "Yapma. Benim." Donuk olan gözlerinde bir insanlık belirtisi aradım ama yoktu. Bu adam tadığım o masum çocuk olamazdı. Hayır. "Neden geldin?" diy...